bi saraydayız.. girişte fıskiyeli bi havuz var, şelale! koccaman bi salona alıyolar bizi, bence balo salonu falan, tam ortada mermer bi sehpa, etrafında dört koltuk var, yani yalnızca bunlar var, saraya haciz gelmiş gibi.. oturuyoruz, ikram kıyamet, şahane peynirli kurabiyeler var, rengarenk artiz limonatalar falan.. bi bahçeye açılıyo bu salon ve o bahçe sonsuz büyüklükte, hava harika, bi dolu insan eğleniyo ve hepsini biyerlerden tanıyorm ama -tabii ki- hatırlayamıyorum. hayvanlar da var bahçede, hatta zürafa var bitane! saray abdülhamitin heralde! neyse biz üç kişiyiz, bu elemanları da tam tanımıyorum ama bi dördüncüyü bekliyoruz o salonda, o da gelince uzun ve eğlenceli bi roadtripe çıkçakmışız.. hep bahar olan yerlere gidilcekmiş, ben hep önde oturcakmışım ve o peynirli kurabiyelerden verceklermiş bize yolda yiyelim diye.. ama bu kadar güzelliğin içinde ben tedirginim, zürafada gözüm hep, sonra birden buika'nın luz de luna'sı çalmaya başlıyo, keyifleniyorum, arkama yaslanıyorum. o anda hizmetkarlardan biri (çok fena garson diyesim geliyo) yanıma gelip, 'hatırladınız mı, o kitapçıda ben önermiştim bu albümü size' diyo, 'a evet, o günden beri aklımdasınız, çok teşekkürler, harkulade!' diyorum. mahçup olyo ne alakası varsa, bi limonata daha bırakıp sehpanın üzerine, geri geri gidiyo.. döne döne çalarken şarkı, uyandım..
yine de güzel süprizli şeyler,
yeşil mandalinayı soyunca içinden turuncu çıkması falan..
not: o adam gerçekten kitapçıda o albümü öneren adamdı, sayemde hizmetkar oldu..