25 Aralık 2006 Pazartesi

santa

hayat akıp giderken bana bulaşmasın, değmesin, dokunmasın… ben onu rahatsız ediyor muyum?!

bugün bi arkadaşım, “bu yıl noel babadan ne istedin?” diye sordu, hiç tereddütsüz, “küsüm, bişey istemedim” dedim…
aslında düşünmedim hiç, isteyebilirliğimin farkında değildim…
sonra bütün gün, böyle bi şans olsa, ne isterdim, onu bulmaya çalıştım. bigün içinde bile o kadar çok kere değişti ki ruh halim, ya hiçbir şey isteyemeyecek kadar yılgın hissettim, ya da dünyaları isteyecek kadar doyumsuz…

bu yıl pek iyi değildi, yenisi bundan iyi olsun istiyorum, ama bi sonrakinden de kötü olsun…
ya biran önce orta yaşlı olayım ya da şu büyüme işi sona ersin burda kalayım istiyorum…
içimdeki huzursuzluğu silecek “bişey” istiyorum, herhangi bişey, biri belki, bi söz, bi his, bi işaret, bişey…
çok kırıldım, tamir olmak istiyorum…
“mor ve ötesi” konserine gitmek istiyorum…
en sevdiğim kitabı ilk kez okuyormuş gibi okumak istiyorum…
bi dolu, kocaman yüzük istiyorum…
saçım hiç uzamasın istiyorum…
gerçekten gülmeyi unuttum, istiyorum…
bana ruj yakışmıyor, yakışsın istiyorum…
telefonum daha çok çalsın istiyorum…
karnım acıkıyo hep, acıkmasın istiyorum…
söyleyemediklerim var, söylemek istiyorum…
duymadıklarım var, duymak istiyorum…
duyduklarım var, unutmak istiyorum…
unuttuklarım var, hatırlamak istiyorum…
sesim kötü, güzel olsun istiyorum…
hiç yorulmamak istiyorum…
kızgınım, geçsin istiyorum…
mutsuzluk defolsun gitsin, bi daha semtime uğramasın istiyorum…
içimde kış, bahar olsun istiyorum…
gittim, geri dönmek istiyorum…
döndükten sonra pişman olmak, geri gitmek istiyorum…
içmemek ama sarhoş olmak istiyorum…
ben sözümde duruyorum, herkes dursun istiyorum…
ben yalan söylemiyorum, kimse söylemesin istiyorum…
bi süre yok olmak istiyorum…
yok olduğum fark edilsin istiyorum…
üzüldüm çok, onlar da bunu bilsin istiyorum…
bilsinler ve benden özür dilesinler istiyorum…
affetmek, affedip içimi temizlemek istiyorum…
şimdi kalkıp sahilde yürümek istiyorum…
üşengecim çok, üşenmemek istiyorum…
bi sözü söylemeden önce iki kere düşünmek istiyorum…
bi güç fincanıma sürekli kahve doldursun istiyorum…
hiç sabah olmasın, hep gece olsun, sürekli uyumak istiyorum…
hep yatağımda kalmak, hiç çıkmamak istiyorum…
hep iyi hissetmek istiyorum…
buna bi son vermek, gerçeği kabullenmek istiyorum…
BUNLARIN HİÇBİRİ OLMAYACAK!!

24 Aralık 2006 Pazar

"dönmek" istikameti

şu gitmek-dönmek durumlarını çözemedim daha... nereye ait olduğuma karar veremiyorum... ne biliim belki karar verdim (ya da verildi) de kabul edemiyorum.
"dönüyorum" dediğimde ok ne yönü gösteriyor, bilmiyorum...
buna kafa yorarken gidişlerimden (dönüş mü demeliydim?) birinde fark ettim...
bir otobüste boncuk gibi dizilmiş ilerliyorduk,
hava kararmıştı...
elimde duygudan yoksun ama iyi bi kitap vardı...
yanımda tanımadığım biri...
kulağımda da bi şarkı; dün mü? (quartet muartet/dokuz parça/yesterday?)
"geride bıraktığım"ı hissettirdi bana, geride kalana ait olduğumu...
sonra, her yolculukta aynı şey oldu, giderken de, dönerken de... (dönerken de giderken de...)
garip, öyle ya da böyle bi yere ait olmak iyi ama...
iyice karıştım ben...
ama olsun! tavsiye olunur,
ilk gece yolculuğunda...


not: merak edenlere yollarım ben şarkıyı, isteyin yeter...

ek bilgi:
"quartet muartet & sibel köse" 26 aralıkta beyoğlu hayal'de, ilgilenenlere...
daha ek bilgi: 27 aralıkta da "sıfır km" (levent yüksel, volkan öktem, ant şimşek) var yine hayalde... [sanırım ben orda olcam, gelirseniz görüşürüz efendim...]

22 Aralık 2006 Cuma

dil

soğuk…
çok karanlık ortalık, sanırım yerler de ıslak…
üstüm başım yapış yapış…
yavaşça soruyorum;
-kimse yok mu?
cevap yok…
bi kez daha, yüksek sesle;
-kimse yok mu?
mu… mu… mu…. muuu…
içersi o kadar boş ki!
çok üşüyorum, içim üşüyor…
içimde içim üşüyor…
karanlığa alıştı gözlerim, ayağa kalktım, tutunacak hiçbir şey yok, üstelik zemin kaygan.
balçık gibi, yürüdükçe garip bir ses yankılanıyor.
biraz ilerleyip duruyorum, kulak kesiliyorum, nefesimden başka ses yok.
yürümeye devam ediyorum, sanırım bir yokuş çıkıyorum.
yoruldum, çok da soğuk…
bu kadar dinlenmek yeter, tırmanmaya devam ediyorum, göz kırpan bi ışık var yokuşun sonunda, herhangi bi ritmi yok, gelişi güzel yanıp sönüyor…
heyecanlanıyorum, hızlanıyorum…
şimdi bi düzlükteyim, geniş sayılmaz, stabil de değil, hareketli bi zemin…
ışık yukarı aşağı açılıp kapanan bir kapıdan sızıyor, kapakta da yer yer yarıklar var…
önce zemin sallanıyor, sonra kapı açılıyor, sonra da bir ses geliyor…
korkudan damağım kurudu, ama geri dönmek de istemiyorum…
ses tanıdık, bir insan sesi sanırım ama söylediklerini anlayamıyorum.
sonra birden açılan kapıdan dışarısını görüyorum, tanıdığımı sandığım birilerini, yalnız çok büyükler, bana göre çok büyük…
kapıya doğru yönelecek oluyorum, yer yine sallanıyor.
düştüm…
yardım istemeyi denedim, bağırdım, ağladım…
sonra çaresizlikle sustum. zemin tekrar sarsılıyor, kapı açılıyor ve yine o ses… ama bu sefer sesi tanıdım; kendi sesim! ağzımın içinde oturmuş kendimi dinlemeye koyuluyorum.
anlamsız bi dolu şey söylüyor(m), hatta kimisi yalan, bide üstüne yalandan bi kahkaha atıyor(um), birkaç ses de eşlik ediyor…
içimden kendimi dinliyorum…
içimden içime, kendime bakıyorum…
dışarısı bu kadar kalabalıkken, ben(!) içerde nasıl bu kadar yalnızım?
üff! leş gibi de soğuk!
içimde içim üşüyor…

20 Aralık 2006 Çarşamba

egolara hançer!(?)

insanın kendini önemsemesi, hele ki ÇOK önemsemesi bayaa kötü bişey. gerçekten… sonra göt olundu mu, hayli büyük göt olunuyo. biliyorum… bikaç adam tanıdım çünkü bööle, dibe vuruluyo, zor…
ben mesela önemsemem kendimi. çok seviyorum ama önemsemiyorum.
ilginç di mi?

bööle söyleyince bana da garip geldi…


sustum, gittim…

18 Aralık 2006 Pazartesi

(sadece)sarı

hani yapraklar güneşte kızarır ya, bööle uçlarından gövdeye doğru… arada yeşille kırmızının usul usul birbirine karıştığı bi hat vardır… işte o hatta, pencereleri anayola bakan, “nohut oda bakla sofa” bi evim var, “mutluyum” diyebilecek kadar sık mutlu olduğumu hissettiğim…
ama ne zaman evimden çıkıp insan içine karışmaya kalksam, bi rüzgar esiyor, dengem bozuluyor… bi yeşile doğru savruluyorum, bi kırmızıya… minik ayaklarımın üzerinde dengede durmaya çalışırken çok yoruluyorum, rüzgar biraz hafifleyince tırıs tırıs evime dönüyorum, kendime bol tarçınlı bi sahlep yapıp (bazen adaçayı) pencereden dışarıyı izlemeye başlıyorum, ödevini yapmamış cezalı çocuklar gibi…
en azından deniyorum…

12 Aralık 2006 Salı

can this be happening?

o filmi ilk izlediğim günü hatırlıyorum, üzerimde pembe askılı bir bluz vardı… sıcaktı, ağustos başıydı sanırım…
o ne giymişti?
hatırlamıyorum! önemi de yok zaten.
mevsimi şaşmış olsa da tam hayal ettiğim evdi konusu geçen, onun da… en azından öyle söylemişti…
ayrı zamanlarda, aynı hayali kurmanın sarhoşluğunu yaşadınız mı hiç? ben yaşadım…
çoğu sarhoşluk, sabah, öldürücü bir baş ağrısına dönüşür, bu neden farklı olsun ki?
her neyse…
yazın, hafif şeyler yiyip, hafif şeyler giyince, sanırım fikirler de hafifliyor…
çünkü o gün, o salonda, o koltukta, yanımda o otururken, gelecekte herhangi bir zaman, o evde, o kadar aşık olacağıma inanmıştım…
şimdi,
kış olmaya üşenen tembel bir sonbaharda, bu evde, bu koltukta, yalnızken, o gün inandığım hiçbir şeye inanmıyorum…
böylesi daha iyi…
ürkütücü ama…
daha iyi…

11 Aralık 2006 Pazartesi

tual

sarı ve mor gibi yakışıyoruz birbirimize...
yeşil ve mavi gibi karışıyoruz...
ama,
kırmızı ve turuncu gibiyiz yan yanayken,
yanan,
yakan,
yok eden...
.
[biraralıkikibinaltı_gecebiriongeçe]

9 Aralık 2006 Cumartesi

jelatinn

elli kere izlencek bi film yapmış yine eşşek gondry, gidin görün derim ben...

http://wip.warnerbros.com/scienceofsleep/

tatlı müzükleriyle filmi bidaha bidaha izliyomuş gibi olma(ne demekse?!) fırsatı sunuyo...
bide "what do you dream?" diye bi anket gibi bişii var, bayaa eğlenceli, gerçi sonuç benim için oldukça düşündürücü oldu... (bkz. master of the universe)


üff! ne diiym, süpperdi! ama işte bana pek iyi gelmedi sanırım... sarsıcı/yorucu bi deja vu bombardımanıydı diyebiliriz...
ancak bi hayra vesile oldu; şu "öfkemden besleniyorum"u abartmamalıym galiba, "öfke obezi"(*) olmaya gerek yok!! gerçeklere asılmak ya da küsmemek için, rüyalara inanmak en iyisi...

neyse yatıyorum ben, tatlı rüyalar, hem size, hem bana...



(*)halka hizmette sınır yok!! işte yeni bir kavram daha!! [delirdim...]

7 Aralık 2006 Perşembe

wish...

"topesto"yla "riko" benim de arkadaşım olsun...


[kanat'ı (topuzuna kurban!) herkes tanır, ama belki riko'ya ulaşamayanlar vardır, begümden halka hizmet; http://www.batug.com/rikoarch.htm]

5 Aralık 2006 Salı

papatya_lar(ım)

kız öyle güzel uyuyordu ki…
öyle devinimsiz,

dudakları hafif aralı, ellerini başının altında kavuşturmuş…
onu izlemek, hiç duymadığı bir şarkıyı ezberden söylemek gibiydi…
“demek böyle bişey?!” dedi…
ikisinin de yüzünde aynı yastığın izi…
bundan öte ne vardı ki?!
o an, bilinmeyenden bile güzeldi…