28 Aralık 2008 Pazar

sekizinci gün.

yüreği ağzında, soluk soluğa uyandı, gözünü açmadan büzüşüp kaldı. sesleri dinlemeye başladı, evi tahliye ediyorlar. hareket edemedi, dinledi. sesler ya parmak uçlarından ya da diş aralarından geliyordu. yeniden uykuya daldı...

ayaklarını sürüyerek mutfağa gitti, bulaşıklar yıkanmamıştı, şişeler, paketler.. yapması gerekenleri düşündü, yıkanması gereken bulaşıkları, okunması ve yazılması gerekenleri, ödenmemiş faturaları, söylenmemiş sözleri, unutulmaması gereken yalanları, güdülmesi gereken kinleri, izlenmemiş filmleri, taranmamış saçları, aranmamış dostları, yaşaması gereken yılları, cevaplaması gereken soruları.. onun yerine duşa girdi..

"bayan, eldivenlerinizi düşürdünüz!" dedi bir adam,
"hayır, benim değil." dedi.
"ama sizden düştü?!"
"benim değil."
yürüyor.. sağ adım, sol adım, sonra yine sağ.. ezberden.. soluk alışı da öyle.. bulaşıkları yıkamayı unutuyor, gülümsemeyi, konuşmayı hatta yemek yemeyi.. ama ciğerleri duraksız dolup boşalıyor.. ezberden..

bir takside şimdi, öncesi kayıp.
"sola dönün!" diyor, soğuk kanlı..
"sola dönüş yok abla." diyor adam,
"sola dönün."

bakmadan açıyor kilidi, yine ezberden.. ayaklarını sürüyerek mutfağa gidiyor, bulaşıklar yıkanmamış.. parmaklarını saçlarının arasında gezdiriyor, ıslak, kurutması gerek. onun yerine duşa giriyor..

sonra yine uykuya dalıyor..

ertesi günün farkı olmayacak. belki biraz 'zoom', biraz 'pan'..
o da ezberden...

25 Aralık 2008 Perşembe

ifade(siz)

bu ara -ki uzun- izlediğim, okuduğum şeyler, söylemek istediklerimi (istemediklerimi) o kadar söylemişler ki ve görüştüğüm insanlar öyle net, öyle açık ki, ya da ben öyle dolu dolu hiçbirşey yapıyor ve kimseyle görüşmüyorum ki, y a z a m ı y o r u m . . .

xxy

geç kalmışlığıma yanarım!

ezber bozduran,
çok çarpıcı, karıştırıcı...

mutlaka!
xxy

23 Aralık 2008 Salı

Are You The Favorite Person of Anybody?

how sure you are?

-very certain
-confident
-not so sure
-could be

18 Aralık 2008 Perşembe

4 Aralık 2008 Perşembe

gelişme














giriş ve sonuçla işi olmayanlar ve benim gibi gözden kaçıranlar için;

3 Aralık 2008 Çarşamba

27 Kasım 2008 Perşembe

garip..

sevdiğim yaz meyvelerini biliyorsun yalnızca..

26 Kasım 2008 Çarşamba

ben metaforu değil, o beni sever..

yüksek ökçeli pabuçlar beğeniyorum..
ama biliyorum ki vuracak, ağrıtacak, yürüyemem zaten, takılırım, düşerim bile..
ben ki spor ayakkabıyla düz yolda düşen insan...
mağzalara girip deniyorum, cır cır konuşuyorlar; jeanin altına da giyebilirsiniz, çok rahattır, alışırsınız, çok güzel taşıdınız..
peki.
almadan çıkıyorum..
onlar vitrinde güzel, benim olunca acıtıyorlar..
ya da ben, "benim" yapmayı bilmiyorum...

kendin yaz kendin oyna

ben sana değil, senin hallerine, "ben" haline aşık olmuştum..
şimdi, bu aşk bitmediyse de, "ben" halin gideli çok olduğundan, hükümsüzdür..
senin varlığın hiçbir anlam ifade etmez..

25 Kasım 2008 Salı

24 Kasım 2008 Pazartesi

dizzy!

dizzy gillespie

20 Kasım 2008 Perşembe

hayat bilgisi

hergün değilse de, gün aşırı bir hata.. hep!
bi dolu yanlış..
bi de bunların dört tanesinin bir doğru götürdüğünü düşünürsek..

düşünmeyelim..

17 Kasım 2008 Pazartesi

ikibuçuk

bazen,
sol elimi kıpırdatamıyorum. zor haraket eden sağ ile sarsıyorum, tüm gücümle itiyorum, çekiyorum, vuruyorum.. his dahi yok..
izliyorum, hareketsiz sol elimi, onu bedenime bağlayan kolumu izliyorum uzun uzun..
yine de, sol elim kıpırdamıyor..
bazen..

14 Kasım 2008 Cuma

13 Kasım 2008 Perşembe

9 Kasım 2008 Pazar

son derece çakma bir diyalog

'yeter' diye bağırmak istiyorum. ama öyle ki, sesim gelip evinin camlarını zorlasın...

sen şimdi diyeceksin ki; "begüm saçmalama, küçücük kızsın, nasıl gelsin sesin ordan buralara.." "farz-ı misal" diyeceğim ben, "öfkemi anlatabilmek için öyle dedim..". "of, nooldu yine, ne okudun bakalım sen?" diye soracaksın bıkkınlıkla, "neden ki, bi masal okudum en son" derdemez ben, "hiç yaramamış sana, okuma bi daha!" diye kestirip atacaksın. çok değilse de bir müddet susacağız, -dakikalarca sürenlerin yanında bu nedir ki!- sonra, "evet, o zaman sen oku bana" diyeceğim, "o iyi gelecek..."

8 Kasım 2008 Cumartesi

little

anlatacak çok şey yoktu, bir dinleyen bulmaksa ihtimal dışıydı..
ama umutlanmak için de, umudu kaybetmek için de çok erken.(..)
gecenin biri olsa da..

4 Kasım 2008 Salı

10/22/07

"ne söylesem aynı tepkiyi vereceksin. o yüzden susuyorum" dedi. bekledim, suskuluğun bir seçenek olmadığını anlasın diye -anlamazlıktan gelmekte üstüne yoktur-..

bekledim.

bir kapı kolu hatırlıyorum, merdivenler, çöp toplayan kapıcı, sokak, rüzgar, taksi, karadeniz türküleri...

uyandığımda karanlıktı hava hala.
rüya olsun çok isterdim..

üç mevsim ileri, tam iki adım gerideyim..

33,7

bana ne olduysa kendim yaptım! beni ben üzdüm! benim hayal kırıklarım, hep benim umut etmelerim! işte şimdi bunlar da benim küskünlüklerim! hepsini kendim yaptım, yüzümdeki bu donukluğun sebebi hep kendim, kimsenin izi yok, tek bir isim yok! tümüyle benim, ben!

31 Ekim 2008 Cuma

m(a)nk(e)n

daha mutluydu, daha neşeli ve daha enerjik...

son derece 'fit'di, bu gömlek onda daha hoş duruyordu.

uykusunu almış ve zihni açıktı, bir kafası olmamasına rağmen benden daha güzel ve bir ağzı olmamasına karşın daha konuşkandı...

bir eşikte duruyordu, haraketsizdi ama gerilimli ve atiklikti...

herkes ona bakıyordu ve bu yüzden haz doluydu.

benden -çok- daha mutluydu, bir kafası olmamasına rağmen...

28 Ekim 2008 Salı

özür/kabahat...

blogger.com un erişime kapatılması için -telif hakları nedeniyle- mahkemeye başvuranın digiturk olması üzerine yazılan ve bana ulaşan kınama mailini bu karara öfkeli bir blogger olarak dün digiturke gönderdim. bugün cevap olarak aşağıdaki mail geldi;

DIGITURK'den Merhaba
Google'in Blog hizmetlerinin kapatilmis olmasindan biz de mutlu degiliz. Soz konusu olaya neden teskil eden; yayin haklarisirketimize ait olan Turkcell Super Lig ve Fortis Türkiye Kupasimaclarinin, izinsiz, illegal olarak yayinlanmasina onlem almakistememizdi.
Maç goruntulerimizin 'izinsiz' olarak yayinlanmasi Digiturk'un, bukonudaki butun haklarinin ihlali anlamina gelmektedir. Bu ihlalinengellenmesi için hukuki yollara basvurmak kaçinilmaz olmustur.
Erisimi engellenen site yoneticilerinin iletisim adreslerine de sozkonusu sitelerde yayin haklarimizin ihlal edildigini ve maclarin'izinsiz canli' olarak yayinlandigini bildirdik. Kendilerine 1haftadan fazla sure de verdik. Ancak, geri donus alamadigimiz icinhukuki yola basvurduk.
Sulh Ceza Mahkemeleri, bu tarz davalarda genel yetkili mahkemelerdirve buradan cikan mahkeme kararini uyguladik.
Ozetle, biz 'KORSAN YAYIN' yapan sitelerle ilgili, kanuni cozumyoluna gittik. Yoksa bloglarin kapatilmasi , iletisim ozgurlugununengellenmesi gibi bir soylem asla soz konusu olamaz. Bizim amacimizda tam olarak 'iletisim ozgurlugune ve etik yayinciliga' cozum bulmakiçin basvurulmus bir aksiyondu.
Saygilarimizla,
DIGITURK Musteri Hizmetleri

27 Ekim 2008 Pazartesi

fahrenheit 451

kendi bloguma yazı yazabilmek için, takip ettiğim bloglara ulaşabilmek için çabalamak zorunda kalmam akıl alır gibi değil!
yakında birileri evimin kapısına dayanacak ve defterlerimi de alacak, kitaplarımı, dergilerimi yakacak.. dvd lerimi parçalayacak.. telefon konuşmalarımı kısıtlayacak! kimlerle neleri konuşacağımı, ne düşüneceğimi denetleyecek..
buraya mı varacak?!
YETER ARTIK!

20 Ekim 2008 Pazartesi

çay saati

bi süredir, bi sebepten ya da hiç sebep yokken görmediklerim var ve sebibini bile bilmediklerim..
özledim..

hipnozz

ciddiye aldığım çok az şey var..

kısmet

16 Ekim 2008 Perşembe

o-

aralarında yalnızca iki-üç harf fark vardı ve en fazla bir kanat mesafedeydiler birbirlerine, ama onlar zamana takıldılar, rakamlarına..
zamanın değişken merkezlerinde, hep paralel oldu-lar,
kaldı-lar..

15 Ekim 2008 Çarşamba

sirk insanı

"hayatım kendimi dışardan izleyip gülmekle geçiyor..."

dedim bugün..

bend it!

ayaklarımın altından kaymıyor, ben arasından akıyorum, bitiyorum. o stabil! inadına...

şahsi gıyab. yine.

şşşşt!
sessiz ol!
düşünüyor...

ne olacaksa...

14 Ekim 2008 Salı

ee?

kabuslarımdan onüç bölümlük dizi çekerim..
her zamankinden daha çirkinim bugün..

10 Ekim 2008 Cuma

s.u.s

sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus! sus!

6 Ekim 2008 Pazartesi

aş-er

bugün ayın altısı olsa bi dolu yalan söylerdim.
genelde ayın ilk günü yalan söylerim ama bugün canım "yalan" çekti çok.
kötü yalanlar ama, büyük büyük yalanlar, uzun sürecek, üzücü yalanlar...
keşke ayın altıncı günü olsaydı da yalanlar söyleseydik...
birbirimize...

buzz

söylediklerimin sımsıkı arkasındayım!
hiçbiri birbaşına ayakta durabilecek kadar olgun ve güçlü değil zira...

ikiekimikibinsekiz

24 Eylül 2008 Çarşamba

ben.. hep..

ellerim ceketimin cebinde, yürüyorum mühim şeyler düşünür gibi, mühimmiş gibi.. sırf bu yüzden tutamıyorum elini, sırf bu yüzden ayrı ayrı yürüyoruz, insanlar geçiyor aramızdan, sesler, arabalar, şehirler.. ve sırf bu yüzden düşüyorum hep ben ve hep yetişemiyorsun sen..
mühim değil..

20 Eylül 2008 Cumartesi

bkz. (sadece)

bir terslik var bu tarihlerde, unutulmuş, ihmal edilmiş birşeyler... kaçırılmış, kaybedilmiş... ama günü mü şaşırdım, yoksa bir ay öncesinden mi bahsediyoruz?! kestiremiyorum, biraz daha düşünmem gerek.
düşünüyorum, sanırım yılını kaçırmış olduğum gerçeğini farketmemek için bu oyunu oynayacağım, evet kendimi böyle kandıracağım. şu anda verdiğim karar bu...

dün, sabaha karşı

o küçük kızı avuçlarımın içine aldım, parmaklarımı siper ettim üşümesin diye.. yorulmuştu, bi süre uyuyup dinlenmesini bekledim.. sonra;
"git ona söyle, aklıma girmesin"
dedim.
gitti.

19 Eylül 2008 Cuma

öyle işte..

"anlaşılmamış birşey kalsın istemiyorum!" dedim..
eteğimde ne varsa döktüm ortaya, rafları indirdim, çekmeceleri boşalttım, çantalarımı hırsla silkeledim, kitapların arasında dahi tek not kalmadı.
sonra...
tabii ki yoruldum, gücüm kalmadı ve gece oldu, uykum da geldi biraz... öylece kaldı 'şeyler' ortalıkta, adım atacak yer yoktu...
herşey yanlış anlaşıldı...

17 Eylül 2008 Çarşamba

repeat one

*

"-mış" gibi yapmak dehşetli yoruyor.
acizliğim ve sefaletim ne mide bulandırıcı...
.
.
.
.
.
trois couleurs - bleu *

15 Eylül 2008 Pazartesi

fuzzy

bir "b" planım olsaydı keşke!

bütün-le(me)

hani sınavın sonunda kağıtlar toplanmaya başlanır ama daha yazılacak çok şey vardır...
geç kalmışlık...
verilen cevapların (dos)doğru olması faydasız, eksik bir kağıttır o, yarım...
gözgöze gelirsin, "ama.." dersin...
kıpkırmızı bir küfür sallarsın sonra, hedefi belli...
çaresizlik...

332

o gün şefkatle yaramı sararken, bir yıl sonra kanlar içinde kapıma geleceğin hiç aklıma gelmezdi. "üzüldüm.." dediğimde, samimiyetime inan lütfen..

11 Eylül 2008 Perşembe

misk

yeni kesilmiş çimen kokusu...
yazlık kokusu.
tuzlu ten ve güneş yağı karışımı gibi, kolluk ve mayo kokusu gibi...

"ibrahim efendi çok yoruldunuz, gölgeye gelin de şöyle dinlenin biraz, kavun kestim size, serin..." diye seslenirdi anneannem bahçıvan ibrahim efendiye, "annemin ruhuna değsin, çok severdi." derdi hemen sonra.
***
taze kesilmiş çimen kokusuyla uyandım sabah ve hatırladım; bu yıl gitmedik yazlığa. sonra tesadüf, kavun yedim öğlen, serin...
anneannemin ruhuna değsin...

7 Eylül 2008 Pazar

fantastic job lewis!


.
.
.
.
hahaha...
kapak!! >>

4 Eylül 2008 Perşembe

3 Eylül 2008 Çarşamba

i need a hero

frou frou_holding out for a hero >>

sözler mühim >>

1 Eylül 2008 Pazartesi

eylül!

çok dakiksin yine, hiç değişmemişsin.
yalnız kilo mu aldın biraz?
fakat bu saç rengi..
harika! çok yakışmış..
ah nasıl özlemişim, konuşacak ne çok şey var...
dur ama, dinlen önce, ne de olsa yolumuz uzun ve bilirsin ben kestirme nedir bimem...

sen... kimsin?

bir gece minik mavi defterime,

"seni bir begümün sevebileceği kadar sevdim, üzgünüm"

yazmışım...
yazım zor okunuyor...
bilmiyorum...

28 Ağustos 2008 Perşembe

muhattabım yok!

şimdi

parmaklarımın arasından kayışını izliyorum,
elimde bıraktığın izi...
ağlamaya mecalim yok.
dur diyecek...
ve sen henüz bilmiyorsun bile gittiğini...
birazdan daha önce senin oturduğun bu iskemleden kalkıp, senin son kez dönüp baktığın şu kapıdan çıkacağım, senin hiç bilmediğin bir ruh haliyle...
beraber izlediğimiz korku filimleri gibi, ama eş zamanlı, gerçek...
seni özlemem sanırım, seninse beni özlemeyeceğine eminim.
kırılacak değilim, kırılmadık düşüm kalmadı zira...
ağlamaya mecalim yok...
gücüm...
bitti...

gönül rahatlığıyla

aç artık yumduğun gözlerini,
gittim ben...

25 Ağustos 2008 Pazartesi

tek

seni sevdiğimi sandın...
bu çocuk yanın olmasa hiç çekilmezsin zaten!

21 Ağustos 2008 Perşembe

20 Ağustos 2008 Çarşamba

şu an,

öfkeden nefesim kesiliyor!
nefes alamadıkça daha da öfkeleniyorum...
ölüyorum!

öfkeden...

14 Ağustos 2008 Perşembe

monkey

fingirdek güneş, yaprakların arasından sol koluma ve ekranıma geliyor...
harika!
uçuşan bunca konu arasında, herşeyin güzel olması çok saçma...
alışılmadık.
korkmam!
hatta; bi foto? >>

13 Ağustos 2008 Çarşamba

...

her yer üç nokta olmuş!
kimse de bişey demiyo!
kızdım!

12 Ağustos 2008 Salı

sth

benim bu durmalarım...
kalmalarım değil de, durmalarım...
garip...
yılgın,
tembel...
sanki...
en çok garip ama...

beklerken..

dışarıda hava çok güzel...
hava, güzel...
hava dışarıda güzel...
dışarıda olmak çok güzel...
dışarıda hava olmak...
güzel...
çok...

7 Ağustos 2008 Perşembe

unutmusum

boomp3.com

son olarak komik bişey;

ofiste film dinlemek...

bi tane de tatlı bişey;

kedi burnu.

garip bişey;

shuffle...
doorstan sonra incesaz,
incesazdan sonra hot chip,
hot chipten sonra miles davis,
miles davisten sonra tiesto,
tiestodan sonra marcus miller...
ve ben sığınak hesabı yapıyorum...
ve hayatım nası bi shuffle hiç bahsetmiicem :)

6 Ağustos 2008 Çarşamba

zeytin ağacı

mucizemsi...

saçma bişey;

falcıya gittim!

..everything i always dreamt of in life..

bu da benim için...
yalnızca...

before sunset / a waltz for a night >>

5 Ağustos 2008 Salı

ve

ben seni sevmek isteseydim,
haberin olurdu...

sene-i

madem ki düştüm,
madem ki kanıyor dizim,
ağlayabilirim pekala.

derhal ağlamaya koyuldum ben de, içim tümüyle akana kadar ağladım, dizimdeki yara kabuk bağlayana kadar..
çok sonra kalktım, hiç destek almadan..
ve yürüdüm hemen, hiç aksamadan..

"bu daha ne ki?!" dedi içimdeki güngörmüş kadın sonra,
"bu ne ki?!"
birağustosikibinsekiz/milaskıyıkışlacık

sev.....




o halde;
yalnızca benim için geliyor...

chet baker / isn't it romantic >>

yatay

çok iyi oldum...
karışıktı, herşey birbirine girmişti, düzenledim...
"sen" dedim "buraya, sen şuraya..."
eşe-dosta verdiklerim vardı, aradım, geri istedim.
bende kalanlar vardı, tek tek dağıttım.
artık kullanmadıklarım vardı, attım!
kapının önüne koydum* ve camdan bakmadım bile alan olmuş mu diye...
başardım...
çok iyi oldum...

*e.

(re)loading...

24 Temmuz 2008 Perşembe

tAmmuz

şu temmuz başından beri çıktığımı sandığım ama
mütemadiyen ertele(ttiril)diğim tatile yarın çıkıyorum...
sanırım...
umarım...
hala korkuyorum...

neyse, dün gece bavulumu hazırlamaya başladım, yani not falan almaktan bahsediyorum. tatilimin tanımını yapabilmek için liste başındakileri aktarıyorum;
_ipod
_kitap(lar)
_dvd(ler)
_sudoku ve kare karalamaca kitapçık(lar)ı
_uykusuz(lar) (haftalardır onları bile tam okuyamadım, birikti)
_bikiniler
_şapka
_terlik

kafi.

ben, sen, men

özlenmek dudağımda karamel tadı...
özlemekse gerçek bir sarhoşluk...
söyleyebilmek ve duymak...
tarifsiz...

22 Temmuz 2008 Salı

karışık benim kafam. çok!

usandım...
"-mış gibi" yapmaktan...
en çok da "iyiymiş gibi" davranmaktan...

omuzlarım düşüyor,
düşündükçe daha da...

çok şey istememiştim,
belki de bu yüzden...

gerçek değil,
olan da şüpheme takılır...

ben...
sana seni özle...


canım çok fena saçmalamak istiyor...
ve dansetmek,
herhangi bi müzikle...


15 Temmuz 2008 Salı

11 Temmuz 2008 Cuma

lades

benim yarımlarım, bir araya gelip bütün etmezler...
öylece dururlar...
önce ekşir,
küflenir,
sonra da çöpe giderler...
böyledir bu...
--------------------------------------------------------------------
bi kilo "mut" kaç para amca?!

10 Temmuz 2008 Perşembe

080708

sinirliydim...
daha çok kırıktım...
gettyde "explode" yazıp tıkladım...
bu minik çıktı...
geçti sonra...
sanırım...

9 Temmuz 2008 Çarşamba

kızzz

bi susuyim dedim,
baktım ki çok konuşuyorum...

1 Temmuz 2008 Salı

30 Haziran 2008 Pazartesi

tekerrür

t ü m

k ü r e l e r i m

k ı r ı l d ı

. . .

uyumuşum

26 Haziran 2008 Perşembe

highlight it!


karanlık,
ama çok...
güçlü, beyaz bir ışık tutuyorlar gözüme,el fenerleriyle...
bi tanesi yüzüme baskı yapıp zorla açıyor gözlerimi, sanırım daha küçük olanı da ağzımı kapatıyor...
yüzleri yok.
nefes nefese kalıyorum...
yaşlar geliyor gözlerimden...
acizliğim beni çıldırtmak üzere...
görmüyorum,
bağıramıyorum,
gidemiyorum...
bilmiyorum...



çok kızgınım!!
kıpkırmızıyım!!


24 Haziran 2008 Salı

sanrı

olmayan bi yerdeydik,
kimseyi tanımadığımız ve -varsa şayet- tanıyanı önemsemediğimiz...
"dün"süzdük, bi yarın olmayacağını da iyi biliyorduk...

seninle, o sokakta, ayağımızda bez pabuçlarla yürüdük.
konuştuk ve çokça güldük.
bir ara parmaklarımı öptüğünü hatırlıyorum...
yorulduk sonra,
bi restoranda, dünyanın en güzel spagettisini yedik.
sen şarap içtin, ben seni izledim.

ve ben,
"aslında" dedim kulağına,
"bunu böyle söylemek komik ama, aslında sana aşık olabilirim..."
sonra parmaklarımı öptüğünü hatırlıyorum...


18 Haziran 2008 Çarşamba

-ler

aç kalabiliyorum uzun süre...
susuz da idare edebilirim sanırım bi müddet...
ama kafam karışmadan iki dakika yaşayamıyorum...
ne sinir!

16 Haziran 2008 Pazartesi

olsun...

şey gibi;
bi kıyıya uzanıp, öyle devinimsiz,
dalgaların sürüklemesine izin vermek gibi...
olagelmesi işte...
düşünmemek...
durmak...
düşününce ölmek gibi...
o yüzden kapalı gözlerim...
anlatamadım...
durmak...
sadece...

13 Haziran 2008 Cuma

14D

tebessüm ediyorum...
yerli yersiz...
hani şu dudağımın kenarına konan, serseri olanlardan...
durup dururken...
bazen öylece dururken...
gerçi;
ne de olsa bir masal göçmeniyim ben, gözlerim yeni yeni alışıyor renklerinize, kamaşmış olabilirler...


yenisin,
daha ne olsun?!...

24 Mayıs 2008 Cumartesi

brk

mensubu olduklarım...
..............edildiklerim...
..............kendimi içinde bulduklarım...
HEPSİNİN CANI CEHENNEME!!
.
hülyalar içindeyim şimdi...
karamelli, sarı hülyalar...

20 Mayıs 2008 Salı

sokak

şu ahşap taburede oturmuş onu bekliyorsun, yedi ay sonra aynı yerde... yüzün öyle dağınık, ellerin kenetli... korkuyorsun, kalp atışlarını iki masa öteden duyabiliyorum.
altıbuçuğu geçti, bunu bilmek için saate ihtiyacın yok. gecikti, hep gecikir. garson gelip bir şeyler söylüyor, başınla reddediyorsun, cevap verecek gücün yok. taburenin ucuna ilişmişsin, sağ bacağın geriye doğru kıvrık, parmak uçlarından kuvvet alıyor, ürkmüş bir kedi gibi, her an kaçmaya hazır... korkuyorsun, kalp atışlarını iki masa öteden duyabiliyorum.
yediye geliyor ve bunu bilmek için saate ihtiyacın yok. onu düşündüğün mevsimleri saymaya koyuluyorsun; sonbahar, kış, ilkbahar,... yedi mevsim... tanıştığınız günü anımsamaya çalışıyorsun, neredeyse imkansız ama olsun, bu seni bir müddet oyalıyor.
derken, gülümseyerek geliyor. koştu belki, nefes nefese... minik topuzundan kurtulan saçları uçuşuyor, pırıl pırıl... gözün yanağındaki lekeye takılıyor yine. kusurlar... insanın gözü hep kusurlara takılır ve onca "güzel" dururken onları tutar zihninde...
işten konuşuyorsunuz, ortak arkadaşlarınızdan, "çok bekletmedim umarım?!"... önemsiz bir dolu şey...

sessizsin, ellerin kenetli, heyecanlandın, kalp atışlarını iki masa öteden duyabiliyorum.
bir ara kaybettiği küpelerden dem vuruyor, hani beraber aldığınız... önemsememiş gibi davranıyorsun ama üzüldün, bir çift küpeye sahip çıkmak ne kadar zor olabilir ki?! "onları hiç sevmemiştin zaten." diyorsun. bunu karşı çıkması için söyledin ama susuyor, pişman oldun
.
sekizi geçti ve bunu bilmek için saate ihtiyacın yok. "gitmem gerek." diyor. hiçbir şey söylemedi, sormadın sen de... gidiyor...

"görüşürüz!" dediniz birbirinize, görüşmeyeceğinizi bile bile...
darmadağınsın şimdi, kırık kırık... iki masa öteden duyabiliyorum...

15 Mayıs 2008 Perşembe

huzura çıktım

-efendim!...
-...
-öhöm öhöm...
efendim bi maruzatım olcaktı; mayısın yarısı geçti...
-...
-öyle işte, bi hatırlatıyım dedim...
-...
-öff!

14 Mayıs 2008 Çarşamba

sayısal bölüm, soru 14:

B U B ≤ B
ve
B \ B = B ∩ B = Ø

ise;

B = ?

13 Mayıs 2008 Salı

no love, no glory...

'til i find somebody new...

12 Mayıs 2008 Pazartesi

(n)k

idealize ediL-miş hayatlara öykünen,
ideali olmayan insanlar...




var...

hayat bilgisi

bahar temizliği yaptım...
ama her zamanki gibi bir detayı atladım;
hiçbir şeyi elden çıkarmadım, birkaçını gözden çıkardım yalnızca...
güzelce katlayıp, nizami bi şekilde alt çekmeceye yerleştirdim...
kıyamadım...

büyüyemedim...

9 Mayıs 2008 Cuma

rengim

iştahla uzattı kulağını...
durdu,
"bekledi" bile diyebilirim...
ben, öylece, devinimsiz kalakaldım...
konuşmadım,
"sustum" hatta...

tam da kelimelerimin bittiği anda bunun olması ne garip,
talihsiz...

7 Mayıs 2008 Çarşamba

anne ben cool oldum!!

.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
..
.
.
tiah!!
pf.
ben...


yarın da cennetin kırılan camları yağacak gökten...

5 Mayıs 2008 Pazartesi

seksek

ofisteki bilgisayarımda last fm chet baker da kalmış.. sabahları tatlı tatlı başlıyo çalmaya... hele bu sabah "my funny valentine" la başladı.. enfes...
...
bu mayıstan hiçbişey beklemiyorum... teskerelerden, -yok- hayallerden, tekinsiz planlardan, "acaba"lardan, stanley clarke den ve senden usandım artık...
...
o filmi izleyemedim bi türlü, bi lanet var... vol.1 i de bulamıyorum zaten...
...
sudoku... freak power... brainiac...
...
kavunu yedik, mis gibi.. ama rakısını içemedik daha...
...
yalnızca bir sabah ölü uyanabilsem...
...
sus!

1 Mayıs 2008 Perşembe

m

yaramı fularımla saklamıştım...
sıyrıldı...
neyse ki karanlıktı oda,
farketmedin...

28 Nisan 2008 Pazartesi

...biz...

hiç başlamamış bir cümlenin ortasındayım...
eski bir berjere yan oturmuş, ucuz bi şarap içiyorum...
özneler öyle kuvvetli ki, bi yükleme gerek kalmıyor...
mis gibi karışık...

25 Nisan 2008 Cuma

yirmidört

harfler,
her yerdeler...
bi dolusu ama...
yüzümde,
saçlarımın arasında,
parmak uçlarımda...
yanyanalar, es-siz...
sabırsız, heyecanlı ve benciller...
aslında sıradan birer kelime olmak sadece dertleri...
oysa,
bi başına anlamlı kaç kelime var ki hayatta?!...

23 Nisan 2008 Çarşamba

hem metafor, hem değil*


e ama ben o şarkıyı silmiştim ya!


*bi metafor, bi diil
ya da kedidir, kedi...

17 Nisan 2008 Perşembe

15 Nisan 2008 Salı

kim o?

ne demişti, du bakiim...
yalnızca bir kaç kelime...
çıkmış hatırımdan.
çünkü,
söylerken yüzü öyle güzeldi ki,
ince, kemikli parmakları çenesinde...
ama ne demişti?!


tek kelime...

neyse...

11 Nisan 2008 Cuma

defakto*

3 nedir?

a. üçtür
b. dört
c. garo mafyan
d. -->


*berkun oya
(olsa ya yine)

10 Nisan 2008 Perşembe

m.-.i

özledim...

gerçekten...

siyah

" 'dört' kim?" diye sordu bugün biri,
" 'altı' ve 'yedi'yi tanıyorum, 'sekizi' de belki hayal-meyal... ama 'dört'ü ben de çözemedim henüz" dedim..
'inanmış'ı oynadı ve gitti...
daha birkaç gün uğramaz...

beyaz

kimseyi değiştirmeye niyetim yok benim,
bir başkası için değişmeye de zira...

belki bir "başka"ya niyetim yok asıl...
bilmem...

ama "niyet" harika bir kelime;
nar gibi, içinde bi dolu lakırdıyla...

biraz daha sarı

ne düşünüyordum yine kimbilir ki, çenemden boynuma kaydı elim.
parmaklarım şah damarımı farkedince durdum,
kalbimin atışını dinledim bir müddet,
peki, belki biraz daha fazla...
anladım ki, unutmuşum onu orada...
özür dilemek istedim,
yüz bulamadım...

faydası da olmazdı zaten...

8 Nisan 2008 Salı

önceki gece

yine bileğimi burktum...
aynı yerinden...
yine...

3 Nisan 2008 Perşembe

quedate luna

bi verandada uturuyorum,
hafif bi hırka omuzlarımdaki...
bir suya dönük yüzüm,
bitmez-soğumaz bir kahve elimdeki, azıcık acıbadem likörüyle...
huzurluymuşum gibi uzatmışım ayaklarımı,
ve üşürmüş gibi kapatmışım omuzlarımı,
kara kara hiçbir şey düşünüyorum...
bir özlemek hissi içimdeki,
ama bu anı küstürmemek için ses çıkarmıyorum...
hiçbir şeyin arasına hiç kimseyi saklayıp, bir yudum daha alıyorum olmayan kahvemden ve benim olmamış hülyalara dalıyorum bu olmayan verandada...
beklerim...

31 Mart 2008 Pazartesi

gümüş

söyleyecek o kadar çok şeyim var ki!
bu yüzden, susmam en iyisi sanırım...

ve dinle sen beni...

ama şimdi yorgunum,
bir yastık ver,
önce uyumam gerek...

25 Mart 2008 Salı

...

sabah oldu,
çıkıp sahilde yürüdüm biraz...
çok sonra acıktım...
hepimiz acıktık...
birileri bişeyler dedi bu sırada, kimileri sustu...
biz durdu sandık ama devam etti yaşam,
biyerlerde bi doğum oldu ve başka biyerde birileri daha öldü muhakkak...
bunu bilmek yetmedi ama kurcalamadım fazla...
yorgundum,
döner dönmez uyumuşum...
...
korktuğum kadar varmış;
uyandım ve yetmedi kelimeler(im),
ama,
huzurun avutuyor şu an için...

18 Mart 2008 Salı

korkuyorum anne


.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. .
yanağım avucumu doldursun,
sesi kulaklarımı...
bi esinti olsun bir de,
minicik havalansın saçlarım...

böyle yarılamış olalım mayısı...

13 Mart 2008 Perşembe

200º

düşü fazla kaçmıştı hamurun, gevrek oldu o yüzden biraz poğaçalarım. ağızda dağılıyordu, tadı güzel ama yemesi zahmetliydi. ona götürürken de yolda kırılıverdiler zaten. yesen yenilmez, atsan atılmaz... yazık oldu emeklerime...
şimdi, daha çok us serpiyorum hazırladığım her harca. fevkalade değil tadı ama uzun ömürlü, dayanıklı oluyor, öyle hemen kırılmıyor...

6 Mart 2008 Perşembe

ya susarsam?!

iki boy yukarıdan seni izliyorum,
dudaklarımda o çapkın tebessüm...
adımlarının tekinsizliği güldürüyor beni,
kendine güvenen, kibirli halinden eser yok...
derken müzik susuyor, herkes birer sandalye kapıp oturuyor...
sen ayakta kalıyorsun...
buna sevinecek değilim.
ama aşağı inmeye hiç niyetim yok...

3 Mart 2008 Pazartesi

karahindiba

söylemesi çok güzel...

bi de, bizim orada altmışikiden tavşan yaparlar...

1 Mart 2008 Cumartesi

gece

dans ettik seninle...
çok da güzeldi...
unutmuş olamazsın...

yalan söyle,
lütfen...

28 Şubat 2008 Perşembe

kel fatma

kuşları sevmiyorum ben,
çekinmeden "çok aptal hayvanlar" diyiveriyim hatta...
öyle uçmalarını falan da kıskanmıyorum,
ben kuş olsaydım da k.çımı kaldırıp uçmazdım zaten, öyle kabarıp otururdum.
ama martılar başka...
onları seviyorum,
çirkin sesleri tembel bi bahar sabahı...
böyle "hmm hm" yaparak döndüğüm, yüzümü güneşten kaçırıp yastığa daha da gömerek uyumaya devam ettiğim...

iyi martılar...
ben de iyi...

yetmişüç,
yetmişiki,
yetmiş,
altmışdokuz,
altmışsekiz...
...

24 Şubat 2008 Pazar

yüz,

çoktandır bu bekleme odasındayım...

kimbilir kaçar kez okudum şu dergileri, ki en yenisi altı ay öncesine tarihli...
ezberledim tüm resimleri...
duvardaki posterlerin her köşesini...
yamuk yapıştırılmış uyarı notlarını...

bi dolu insan gelip gitti, kimisi müdavim benim gibi...

ilk geldiğim günü anımsıyorum;
oldukça sıcak bir yaz günüydü, klima yoktu (takıldı sonradan neyse ki, ona da ben önayak oldum) cehennem gibiydi oda, "zararı yok, çok kalmayacağım zaten" dedim içimden...
hah!
gülünç...

derin bir nefes aldım, tutuyorum...
ve sayıyorum içimden;
doksandokuz,
doksansekiz,
doksanyedi,
doksanaltı...
...

19 Şubat 2008 Salı

. ,

o kırmızı pencerenin ardında kimseye anlatmadığım bir anım var,
ve sen üç kanat ötemde bir taburede oturuyorsun şimdi, karnın aç...
öldür beni sevgilim, bir nefeste öldür...
ki bir anlamı olsun her gece gördüğüm bu ruyanın.
ağır işiten bir körüm ben...

11 Şubat 2008 Pazartesi

fame

dün yine birisi solumdan sessizce yanaşıp, elindeki not defterini uzatarak;
"bi imzanızı alabilir miyim?" diye sordu.
yüzümün yarısını kaplayan gözlüklerimi indirip, parıldayan gözlerine isteksizce baktım. sonra elindeki kalemi sabırsızlıkla salladı,
"yo hayır, o dokunuyor" dedim ve kendi kalemimi çıkarıp çantamdan, defterin a5 sayfası boyunca kıvrak bir imza attım.
"bi de öpebilir miyim?" dedi,
"biraz kırgınlığım var, öpmeseniz daha iyi" dedim ve kaçtım.
sonra bir kesekağıdı dolusu şeker aldım ve tek başıma yedim.
afferim.

4 Şubat 2008 Pazartesi

"sayıklama"

bugün hava sisliydi...
bana koymaz... benim görüşüm hep biraz pusludur zaten...

işte bu yüzden, kuru kayısı yerim ben. kuru kayısı -adı üzerinde- kuru kuru gitmez, yanında şarap içerim, kavunun yanında da rakı... sonra narı çok severim, kaşık kaşık yerim... hele kiraz, enfes! ebbedi yerim.. yok ebbedi yemem, dokunur, ne de olsa herşeyin fazlası zarar...

işte bu yüzden, ben hep söz dinlerim. dinlemeyip de ne yapayım, yoksa iyice zorlaşır yaşamak. insanlar "yaşamak" işini fazla büyütürler, ben büyütmem. yalan söyledim, bazen ben de büyütürüm. evet, ben yalan söylerim, ne de olsa herkes söyler...

işte bu yüzden, jaco dinlerim ben, genç yaşta pisi pisine ölmüştür jaco, bunu hatırlar hüzünlenirim, sonra bi trouble dinler, silkelenirim. sonra bi ambjörnsen okurum, bi gondry izlerim. işte böyle de sıkıcıyım... ama çekinmem, ne de olsa beni bilen bilir...

işte tam da bu yüzden, sağıma döner uyurum ben, çünkü solda kalp vardır, sıkışır... bazen sola dönmesem de sıkışır kalbim, bunu herkes bilir, ne de olsa herkes -en az-bir kere aşık olmuştur...

31 Ocak 2008 Perşembe

gülerim...

ben isimleri unuturum...
işin aslı, kimisini öğrenmem bile...
bi de utanmam, yakıştırırım bazen; mis gibi "elif"ken, bir "ipek"tir o artık, geçmiş olsun!

bugünlerde yalnız isimleri değil, olayları da unutuyorum...
o bana o gün bişeyler demiş de ben de bişeyler demişim cevaben, sonra da o bana kızmışmış...
hatırlamıyorum!
vallahi hatırlamıyorum!

bi yandan da yatıyor aklıma, yaparım çünkü öyle şeyler...
ama hatırlamıyorum...

nooluyor bana yahu?!
uzağı iyi seçemiyorum artık,
siyatiğim de azdı...

29 Ocak 2008 Salı

huysuz şirin



bot giymekten nefret ediyorum!
"ocak"tan da sıkıldım zaten,
bi bitemedi...
bi de...


sinirliyim biraz evet...

noolmuş?!



öyle...

o, köşeleri kendine batık bi “dört”tü, en yakın arkadaşları “üç” ve “dokuz”… “sekiz”le uzun zamandır görüşmüyorlardı, “iki”yi de alıp ortadan kaybolmuştu.
dört bi gün “altı”yla tanıştı. altı, olgundu, yere sağlam basardı, ne “beş”i geçtim diye gerinir, ne de “on” olamadım diye yerinirdi. uzun zaman mutlu oldular, olmamaları için bi sebep yoktu ki, üstelik ortak bi bölenleri bile vardı. ama bi gün ayrıldı yolları, o gün altı son kez bölündü ikiye, üçünü alıp gitti, dördün o ikiyi hala, sarı bi zarfta sakladığı rivayet edilir.
dört, dokuzun omzunda gecelerce ağladı, göz yaşları köşelerini eritmeye başlamıştı ki “yedi” çıktı karşısına. yedi, kendine güvenli, kararlı ve müdanasızdı, ne de olsa asaldı! aşık oldular birbirlerine, gerçekten… ama cesaret edemediler hiçbir zaman, hep kendilerine batırmaya alıştıkları köşeleri, kavuşmalarına engeldi…
vakurdu dört, sabırla bekledi kaderini, ama geçen zaman dilinden düşürmediği keskinliğini alıp götürdü,meşhur köşeleri yok oldu, o, pürüzsüz bir “sıfır”dı artık…
dördü gitti, kaldı sıfır…


otuzkasımikibinaltı


iki gün önce bir arkadaşım sayesinde hatırladığım için,
kendim sevdiğim için,
yeri geldiği için,
yaşam yine tekerrür ettiği için,
ama en çok ,canım istediği için,
yeniden...

28 Ocak 2008 Pazartesi

hook

duruyorum

sımsıkı tuttu elimi,
sım-sıkı ama...
öyle ki;
gücümün tümü yetmedi avcunun içinden sıyrılmaya...
ama o, tam da teslim olduğum anda bıraktı elimi...

şapşal!!
en çok benim kadar...

24 Ocak 2008 Perşembe

23 Ocak 2008 Çarşamba

re

ilkokulda...
resim derslerinde sulu boya resim yapardık. eni-konu sular doldurulur, önlükler giyilirdi falan...
bir kır...
o kırın yeşili, oturmuş piknik yapan kızın eteğinin kırmızısı, göğün mavisi, -olmazsa olmaz- dağın kahvesi derken o su bulanır, balçık gibi olur...
resim de bulanıklaşır, renkler birbiriyle denkleşir, kırdaki piknik bir korku filmi sahnesine dönüşmeye başlar... insanın hevesi kaçar, yenisine başlamak için çok geçtir, zil çalmak üzeredir... falan filan...
o yüzden, üşenmeyip -sık sık- değiştirmek gerek o suyu, herşey hayal edildiği gibi resmedilebilsin diye...
...
ortak çıkanlar vardır bir de...
mis gibiyken herşey ve sen açıktan-koyuya stratejik bir sıralama yapmışken aklında ve neşeli neşeli top oynayan çocuğun sarı kazağını boyarken, birileri gelip yeşilini, mavisini, kızılını katıverir tertemiz suya...
daha güneşin turuncusuna gelmemişken üstelik...
varsın "kibirli" desinler...
izin vermemek gerek öyle herkese...
...
monochrome bi dünyaya inanmak ahmaklık olur, zira...

16 Ocak 2008 Çarşamba

herhangi

"bu akşam burada olmak harika" dedi biri, "dün gece çok kötü bi rüya gördüm".
"annemi özledim" dedi uzun saçlı kız.
sessizlik oldu, bi süre daldı hepsinin gözleri...
sonra,
"çok gayesiz hissediyorum kendimi" dedi siyah hırkalı olan.
"ve yalnız" diye ekledi, gözlüklü.
"geri dönelim" dedi ardından, gözlüklerini iterek.
hepsi salladı başlarını...
"geçti artık" dedi uzun boylu, esmer adam.
"ben dönmem!" dedi kırmızı ojeli, siyah hırkasını çıkarırken.
"su kaynadı" dedi uzun saçlı kız, "kahve yapıyorum".
birbirlerine baktılar, kapı açıldı...
"çok yoruldum, hava da soğuk" dedi yeni gelen.
"kahve içer misin?" diye sordu ayaktaki, uzun saçlı kız.
...
"bana söylediklerinin tümüne inandım" dedi kırmızı ojeli.
"ben seni uyarmıştım" dedi gözlüklü, gitarı elinden bırakırken.
"votka var mı?" diye sordu uzun boylu olan, "orada hiç içki içemiyor insan..."
"ben alırım, yiyecek bişeyler de alırım" dedi yeni gelen ve tekrar çıktı...
birden ağlamaya başladı diğer kız, saçlarını tepesinde toplamıştı.
"sormayın, nedenini ben de bilmiyorum" dedi.
...
"kendimi sevmek istiyorum" dedi votkayı alan, "ama olmuyor".
"hiçbir gayem yok" dedi kırmızı ojeli tekrar...
birer yudum aldılar,
bir-iki şey daha söylediler,
ağlayan, uzun saçlı kız uyuyakaldı...
...
"bu saatte taksi bulamazsın" dedi gözlüklü olan.
"hava soğukmuş gerçekten de" dedi kırmızı ojeli kız, "beni bırakmana gerek yoktu".
"üzülüyorum" dedi diğeri, " bişeyler yapalım, mutlu ol artık".
"senden harika bi baba olacak" dedi kız, gülümsedi, "iyiyim ben..."
sonra taksiye bindi ve ağladı tüm yol boyunca...

ben,

boz siyahı
ve
kırık beyazı severim...
bi de metaforu tabii...

hah! :)

13 Ocak 2008 Pazar

11 Ocak 2008 Cuma

15i

duştan çıktı, aynanın buğusunu silip pembeleşmiş yanaklarına baktı, komik buldu kendini. kısa bir an onu düşündü, savuşturdu sonra. kanallar arasında gezindi bir müddet, sıkıldı. kapattı televizyonu, bir albüm koydu ve ikinci şarkıyla başladı dinlemeye, bir an onu düşündü. birkaç cümle okudu, sonra birkaç tane daha… üşüdü, mavi sabahlığını giydi pembe pijamasının üzerine ve ocağa su koydu, “geç oldu” diye düşündü, “çayımı içer, yatarım…” eski bir defter açtı, göz gezdirmeye başladı, son kez onu düşündü, fincandan bir yudum aldı, telefonun sesiyle sıçradı yerinden, vakit kaybetmeden açtı;
“efendim?”
***
sarı t-shirtünü giydi, üzerine de çizgili kazağını. acele etmedi, ayakkabısının uzun bağcıklarını özenle bağladı, kapının hemen yanındaki aynaya takıldı gözü, aksine baktı, yorgun görünüyordu ama önemsemedi, kendine düşünme fırsatı tanımadan kapıyı çekti ve kilitledi. yağmur durmuştu ama soğuktu hava, üşüdü. yokuştan aşağı inerken, “aramalıydım” diye düşündü, vazgeçti. çok beklemeden bir taksi durdu önünde, gideceği yeri söyledi, sabırsızlanmaya başlamıştı. “rahatsız ediyorsa kapatabilirim” dedi şoför, teybi göstererek, “hayır” dedi, “problem değil.”. gözü adamın kasılan eline takıldı, istemsizce sallıyordu elini, söylenir, hayıflanır gibi… boşlukta kasılıp duran eli izlerken daldı gözleri, sonra birden telaşlandı, “ikinci ışıklardan sola” dedi heyecanla ve son kez “aramalıydım” diye düşündü. apartmanın önüne gelince montunun cebinden telefonunu çıkardı ve bu sefer aradı onu;

“efendim?”
***
“efendim?”
“kapıdayım, aşağıda... açar mısın?”
“a! peki!”
açılan kapıyı şüpheyle itti, merdivenleri tırmanırken hiçbir şey düşünemedi, sakindi. kapısı aralıktı ama o yoktu, sonra telaşlı, minik adımlarını duydu, ardından da yüzünü gördü. “hoş geldin, ben de seni bekliyordum” dedi. cevap veremedi, ağır, tedirgin içeri girdi. “gelsene, odam biraz dağınık, kusura bakma, sen gecikince…” onun küçük, seri hareketlerini sevgiyle izledi.
“beni mi bekliyordun gerçekten? çok mu bekledin?”
“biraz... ama önemi yok. montunu çıkarsana.”
şaşkındı, koltuğun kenarına ilişti, avuçlarını birbirine sürtmeye başladı.
“melisa çayı içiyordum, sana da yapıyorum?”
“olur. çok mu bekledin gerçekten?”
“üç mevsim kadar… ama dedim ya; önemi yok…”