11 Ocak 2008 Cuma

15i

duştan çıktı, aynanın buğusunu silip pembeleşmiş yanaklarına baktı, komik buldu kendini. kısa bir an onu düşündü, savuşturdu sonra. kanallar arasında gezindi bir müddet, sıkıldı. kapattı televizyonu, bir albüm koydu ve ikinci şarkıyla başladı dinlemeye, bir an onu düşündü. birkaç cümle okudu, sonra birkaç tane daha… üşüdü, mavi sabahlığını giydi pembe pijamasının üzerine ve ocağa su koydu, “geç oldu” diye düşündü, “çayımı içer, yatarım…” eski bir defter açtı, göz gezdirmeye başladı, son kez onu düşündü, fincandan bir yudum aldı, telefonun sesiyle sıçradı yerinden, vakit kaybetmeden açtı;
“efendim?”
***
sarı t-shirtünü giydi, üzerine de çizgili kazağını. acele etmedi, ayakkabısının uzun bağcıklarını özenle bağladı, kapının hemen yanındaki aynaya takıldı gözü, aksine baktı, yorgun görünüyordu ama önemsemedi, kendine düşünme fırsatı tanımadan kapıyı çekti ve kilitledi. yağmur durmuştu ama soğuktu hava, üşüdü. yokuştan aşağı inerken, “aramalıydım” diye düşündü, vazgeçti. çok beklemeden bir taksi durdu önünde, gideceği yeri söyledi, sabırsızlanmaya başlamıştı. “rahatsız ediyorsa kapatabilirim” dedi şoför, teybi göstererek, “hayır” dedi, “problem değil.”. gözü adamın kasılan eline takıldı, istemsizce sallıyordu elini, söylenir, hayıflanır gibi… boşlukta kasılıp duran eli izlerken daldı gözleri, sonra birden telaşlandı, “ikinci ışıklardan sola” dedi heyecanla ve son kez “aramalıydım” diye düşündü. apartmanın önüne gelince montunun cebinden telefonunu çıkardı ve bu sefer aradı onu;

“efendim?”
***
“efendim?”
“kapıdayım, aşağıda... açar mısın?”
“a! peki!”
açılan kapıyı şüpheyle itti, merdivenleri tırmanırken hiçbir şey düşünemedi, sakindi. kapısı aralıktı ama o yoktu, sonra telaşlı, minik adımlarını duydu, ardından da yüzünü gördü. “hoş geldin, ben de seni bekliyordum” dedi. cevap veremedi, ağır, tedirgin içeri girdi. “gelsene, odam biraz dağınık, kusura bakma, sen gecikince…” onun küçük, seri hareketlerini sevgiyle izledi.
“beni mi bekliyordun gerçekten? çok mu bekledin?”
“biraz... ama önemi yok. montunu çıkarsana.”
şaşkındı, koltuğun kenarına ilişti, avuçlarını birbirine sürtmeye başladı.
“melisa çayı içiyordum, sana da yapıyorum?”
“olur. çok mu bekledin gerçekten?”
“üç mevsim kadar… ama dedim ya; önemi yok…”

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Magnificent..
A master piece..
The Return of The King...