30 Eylül 2007 Pazar

keyfe keder

sabah uyanmak istemedim, gece de uyumak istememiştim, garip, bazen “ben”i anlamak zor oluyor... durakta öylece oturuyorum, binmem gereken tam üç otobüs geçti, bakalım dördüncüye binecek miyim, kendimi, fikrimi kestiremiyorum…
şarkı bitti, isabet! sevmiyorum zaten onu, ama sıradaki güzel… ak sakallı, tonton adam, yumuşacık sesi… tam o sırada, yolun ortasında, onlarca tekerleğin arasında bir kertenkele duruyor, harika bir yeşil rengi, güneş vuruyor üstüne, muhteşem… olacak iş değil ya, artık hiçbir şeyin oluru kalmadığından herhalde, şaşırmıyorum. oysa daha o andan belliydi, o günün ne kadar tuhaf olacağı…
eksik yaptım her şeyi, üstünkörü okudum, yalandan dinledim, çok az konuştum… yediğim yemek soğuk, içtiğim kahve şekerli geldi… bazen üçdakika yirmidakikada geçiyor, güneş batmak bilmiyor, o batsa hava kararmıyor, yollar uzuyor, meydandan tünele tam iki gün çekiyor…
nihayet! sağa döndüm, ama çok şapşalım, erken döndüm, bir sonraki arayı bekleyemedim… bu sokakta yerler hep ıslak… sonra o çıktı bir apartmandan, hızlıydı adımlarım, sakındım kendimi ama çarptım omzuna yinede, dalgındım; “affedersin” dedim, “canın sağ olsun” dedi. ne güzel söz, naif, ne sıcak… düpedüz iyi insan lafı… yüzüne baktım, kemikliydi… gülüyordu… “seni bir daha görsem…” diye geçirdim içimden.

bu sefer olurunu sorgulamadım bile…

yirmisekizeylülikibinyedi

26 Eylül 2007 Çarşamba

teskere

ben hala yumruklarımı sıkıp öyle hesaplarım; hangi ay, kaç çekiyor diye...
bugün otobüste yine mıkır mıkır saydım da bişey geldi aklıma; şimdi temmuzla ağustos ard arda otuzbirlik uzun aylar ya, fazlalık, yorgunluk olmasın diye eylül yirmialtı çekebilir... bu ay, bugün bitebilir yani, bence hiç sakıncası yok...
özetle "bu da olmadı, sıradaki..." demek istiyorum.
ama mayıstan dersimizi aldık, hazırlıklıydık, hiç üzülmüyoruz...
...
yersen...


yalnızca marcus miller dinliyorum bu aralar, iyi geliyor...

24 Eylül 2007 Pazartesi

yetmez mi?

bazen hayat kavunun turuncu kısmı gibi kayıp gitsin istiyorum...
olmuyor...

niye ağladım ki şimdi bu kadar?!

tirşe

bir sahilde, bir bankta yan yana oturuyorlardı…
“serin” dedi kız.
“serin” harika bir kelime, eğer kullanmayı biliyorsan, “ılık”tan bile güzel…
oğlan hırkasını uzattı, o hiç üşümez, her zaman sıcaktır…
kız omzuna aldı hırkasını, kokusunu ciğerlerine doldurdu, üstüne de sinse keşke…
çok geçmeden yine karabataklarla bir daldı kızın gözleri.
susuyorlardı…
sonra;
“içime işliyor yalnızlığın” dedi oğlan, “bir deniz kenarında böyle oturman çok hüzünlü…”
“yalnız değilim,” dedi kız, “yanımda sen varsın.”
sustular yine, ikisi de sonrasını bilmiyordu, umut ediyorlardı yalnızca…
kim bilir,
içinin hep serin kalacağını bilseydi kız, yine koyar mıydı başını onun sıcak omzuna…


eylül '07 istanbul

19 Eylül 2007 Çarşamba

hayrola?!

bu bacak niye sallanıyo yaa, bu sağ bacak?! gerçi... dursa noolcak, sağ dursa sol başlıyo... nereye yetişiyor, neleri kaçırıyorsam artık...
denyoca bir panik içindeyim, tembel tembel yaşayıp gidiyordum oysa...
kısmet...

13 Eylül 2007 Perşembe

rew

...
onbirinci bölümün son satırlarını da okuyunca kapattı kitabı, eski bir feribot biletiydi ayraç niyetine kullandığı... her kitapta başka şey; bazen bir sinema bileti, bazen bir fatura, nadiren de bir gazete küpürü, okumaya başladığı tarihi gösteren bir kağıt...
garsonla göz göze gelmeyi bekledi, hesabı ödedikten sonra hızla ağzına attı fincanın kenarındaki kurabiyeyi, filtre kahveyi pek sevmez ama bu kurabiyeler iyi...
cadde neredeyse boştu, "herkes işinde, çalışıyor..." diye düşündü, kaçamağıyla gurur duydu. kulaklıklarını taktı, neşeli birşeyler dinlemek istedi, mandolin mesela...
onunla buluşmasına birbuçuksaat var,
yarımsaatte iskelede olur,
geriye birsaatlik bir zaman kalıyor...
sola yöneldi, bir pasaja girdi, dükkanlar, çantalar, saatler, fularlar, gömlekler, kolyeler, yüzükler, küpeler... tam çıkacakken mavi camdan, sallantılı bir küpe beğeniyor, "denemek ister misiniz?" diye soruyor satıcı kız, aslında istiyor ama "hayır" diyiveriyor, "sağolun", daha sonra o küpeyi almadığına pişman olacak...
bir kitapçıya giriyor önce, sonra bir başkasına geçiyor, ikincide ilkinkiden daha çok kalıyor...
yeteri kadar vakit geçirdi,
sabırsızlanıyor...
aslında biraz geç gitse, onu uzaktan izlemek iyi olurdu... ama vazgeçiyor, bekletmeyecek onu, vaktinde orda olacak...
...
keyifle öpecek onu, sonra söyleyeceklerini dinlemeye başlayacak, fikrini sorduğunda da konuşacak, bu sefer de kendisi anlatacak... çok sevecek onu, o bunu bilecek, ama yine de söyleyecek...
...
buluşmalarına onbeşdakika var,
iskelede şimdi,
bekliyor...
...

11 Eylül 2007 Salı

selluka

akşam korkulu-korkunç bişey izledim, dedim ki "kesin kabus görcem"...
görmedim...
bilakis, çok güzel yeşil pabuçlar gördüm rüyamda, bi kutunun içindeydiler ve yanlarında da onunla takım iki tane fular vardı, harikaydı...
saat çaldı falan -horoz ötüyo benim evde- uyandık işte neyse, her sabah olduğu gibi "bu akşam erken yatçam" dedim kendim kendime, yalan! biliyorum ki yine geç yatçam bu akşam, hep aynı şey... sonra işte diş fırçala, nesfit, sarıyla pembe arasında kısa bir an bocalama, kafaya iki toka vs. derken çıktım evden...
allahım korkunç bi trafik vadı, ama KORKUNÇ!
"kesin" dedim yine kendim kendime, "bugün huysuz olcam".
olmadım...
aksine yine bi şenim, nedensiz...
saçımdaki kızıllık olabilir nedeni, ya da sarıyı seçtim sabah ondan neşeliyim...
bilmiyorum...
habire bi şarkı mırıldanıyorum, onu unutunca bildiğim bi başkasına geçiyorum...
kıkır kıkır gülüyorum sık sık...
aynadaki aksimi beğeniyorum,
uzun zaman sonra bi kitabı gerçekten okuyor, keyif alıyorum...
yediğim tüm yemekleri zevkle yiyip, içkileri yavaş yavaş içiyorum...
dedim ya, hiç bi sebebi yok üstelik...
o sebebi bulmadan önce iyi bi başlangıç sanırım...
evet evet, harika bi başlangıç...

3 Eylül 2007 Pazartesi

"a"

bisiklete binmeyeli yıllar oldu...
severim halbuki...

yaz bitiyo çaktırmadan, son rakıları içmek, son incirleri yemek gerek doya doya...

eylülü seviyorum ben, mayıstan biraz daha çok, çünkü yazı bitirmiş olmanın kafa rahatlığı var... kış kendi kendini bitiriyor nasılsa, ama yazı idame ve de idare etmek zor...

tuhaf bi umutluyum, bu sonbahar güzel şeyler olcak sanki...

de keşke binseydim bisiklete yaz bitmeden...
kısmet!

2 Eylül 2007 Pazar

bkz. iznin son günü

"varyemez amca" vardı, altın dolu bi havuzu vardı yüzüyodu falan... üff ne güzeldi... "alvin" vardı mesela iyiydi o da. filmini yapıolarmış earl oynamış falan, pek aklıma yatmadı ama... sonra nerden geldiyse aklıma "freaks and geeks" vardı, işte o süpperdi!! ahh ahhhh james franco... gençlik elden gidiyor resmen... çok alaksız ama "who is the boss?" vardı bi de, komik... "melrose place" vardı, "beverly hills 90210" vardı, gerçi onu bi kanal veriodu kışın... iyiydi bunlar, verseler ya gece onikiden birden sonra, izleriz...

sade türk kahvesi

hiçbir yere gitmedik biz seninle henüz, gideceğimiz de yok korkarım, bir “biz” olmaklığımız da yok zaten, kısa bir süre “siz” olduk o kadar…

sevmeden özlüyorum seni…


.
yirmiikiağustosikibinyedi_yirmibirkırkbir / şeytansofrası

kırmızı

...

“keşke arkeolog olsaydım” dedi kendi kendine…
“bunu ilk kez duyuyorum” kapı eşiğinde duruyordu, sağ omzunu duvara yaslamıştı, elindeki fincandan bir yudum kahve aldı, dudakları inceydi ama söylendiği gibi kinci değildi ve üzerindeki bu kırmızı kazak ona çok yakışıyordu…
“ben de ilk kez söylüyorum zaten” dedi.
ayağa kalktı, yorgundu, sırtındaki ağrı hafifledi bir an, ama göz kapakları hala ağırdı. ona doğru yürüdü, o hiç kımıldamadı, o hep böyleydi zaten, devinimsiz ve soğuk, her zaman sessiz…
çok sonra, birbirlerine dakikalarca baktıktan ve kahvesinden üç iri yudum aldıktan sonra,
“dinlenmelisin” dedi.
“aradan birbuçuksene geçti” dedi, öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu, genelde sakindir, ılımlı, sabırlı ve makuldür, ama bu durum biraz farklıydı.
“birbuçuksene sonra bir telefon bile açmadan evime geliyorsun, kendine bir kahve yapıyorsun ve dinlenmemi mi söylüyorsun?” sırtındaki ağrı başına geçmişti, ya da başında da hep bi ağrı vardı da şiddetlenmişti, olabilir, önemi yok…
hareketlendi, ona doğru birkaç adım attı, fincanı kitaplıktaki ahşap topacın yanına koydu, mavi-beyaz-kırmızı desenler vardı topacın üzerinde ve her dönüş hızında bi başka güzel görünürlerdi, ama şimdi bunun da önemi yok…
“şu anda sana seni sevdiğimi söylesem de aynı cümleyi kuracaksın. sorun söylediğimde değil, aradan geçen zamanda…”
“pişkinsin!” kendisini sık sık gördüğü rüyalardan birinde sandı bi an,fakat kahvenin ve onun kokusu karışıyordu, rüyalarında koku olmaz…
“sinirlisin” dedi. ellerinden tuttu, onu yatağa oturttu. (yatak örtüsü mü değişmiş? eskiden pembeydi…)
“sakinleş biraz ve dinle”
“sakinleşmeyeceğim! ama, dinliyorum.”
duraksadı,
“ben… korktum…” diyebildi,
“o gün yeşil bi bluz vardı üstünde hani, serindi hava... neyse, söylediklerin… ben çok korktum…”
bişey söyler diye bekledi, ama sakindi, çocuk gibi bakıyordu; meraklı…
“şimdi daha çok korkuyorum, işte bu yüzden geldim…”
sağ elinin parmak uçlarını, onun çıkık, esmer elmacık kemiklerinde gezdirdi,
“haklısın” dedi yumuşacık, “dinlenmeliyim, uyuyalım…”


...