19 Aralık 2011 Pazartesi

bir kış akşam üzeri..

yeni dinmiş yağmurun ıslattığı arnavut kaldırımı sarı yapraklarla kaplı, sokak sessiz, adam dingin, kız şüpheli..
art arda hikayeler anlatıyor zihnindeki gürültüyü bastırmak için.. diğeri bilge bir tebessümle dinliyor onu. tedirgin ve kararsız.. hep. ve mutluluk diyor ismine.. adam böyle, uçuşan, sıcak taraf her zaman..
kısa adımlarla yaklaşıyorlar sokak lambasının tozlu aydınlığına.. kız duruyor aniden. devingen hep, bedeni değilse de zihni.. onlarca soru işareti türetiyor her nefeste ve yine kendi eziliyor hepsinin altında her seferde.. korkak o, öfkesi bu yüzden. böyle kız, hırçın ve buz gibi her zaman..
fakat sokağın rutubetine inat, ılınıyor içi; "bu keman sesini bir ben duymuyorum, değil mi?" diyor adama gözleri kapalı yüzünü çevirirken..
adam parmaklarını serbest bıraktığı elin bileğini kavrıyor, parmak uçlarını gezdiriyor ince damarların üzerinde.. az önce dişlerinin arasında ezdiği dudaklarını göz kapaklarına değdiriyor kızın.
susuyorlar evet, sırf öyle gerektiği için değil üstelik..

o anda ikisi de bilmiyor ama;
kız ne zaman o sokaktan yürüse adamı,
adam ne zaman bir keman solo duysa o kızı düşünecek,
tuttukları yabancı ellere rağmen..

7 Aralık 2011 Çarşamba

burayı özlediğim oluyor..

9 Şubat 2011 Çarşamba

kürk

geçtiğimiz akşam art arda e.l. dinlerken, kubrick'e bir mektup yazdım. mektup da değil de pusula.
sanırım.
imzamı, "sadakatle" diye attım..

bunu bir doktora anlatsam, aynı saatlerde ilacımı alıp uyumamı söylerdi herhalde..

böyle.

29 Ocak 2011 Cumartesi

[hep]

tüm bunlar olmamış gibi davranamam..
işittiklerim söylenmemiş, gözlerimizi kederle daldırdığımız sular temizmiş gibi öylece duramam..
oldu.
hepsi.
yapamam..
bilmiyormuş gibi yaşayamam,
yaşayamayız..

bize öğretilenler, sunulanlar, sakınılanlar sır değil elbette ama telaffuz edemeyiz.
yollar çatallandı daima ve her ayrım zifir karanlık, sen hep öfkeli..
ben sessiz, benzim sapsarı, diğerleri ağlamaklı..

şimdi hepimiz tekinsiz orman hayvanları gibi, yalnız biz gibilerin duyacağı çığlıklar atıyoruz, korkak ve biçare..

durulacak dediler bize, yavaşlayacak..
fakat şimdi biliyoruz ki, yaşam durağanlaştıkça, büyüyor ve keskinleşiyor kararlar..
koltuklar büyüdükçe, küçülüyoruz biz ve sarkıttığım bacaklarım ağrıyor şimdi..

tüm bunlar olmamış gibi davranamam..

kaldı ki, oldu bitti.
mutlu değilsek de huzurluyuz..

27 Ocak 2011 Perşembe

yirmisekiz

durup düşünmedikçe fark edilmiyor işte..
oturduğum koltuktan kalkıp dışarı çıktım, bir vapura bindim. unutmuşum, boğaza baktım..
ve sürpriz bir güneş..
ne keyif..

yürüdüm..
pasajları özlemişim, girip-çıktım..
sonra bir yere girdim, aydınlıktı daha, dalıp gittim bir kadının yaptıklarına. çıktığımda akşamdı.. gün döndü ben oradayken, ne mutlu..

onardım, iyi oldum.

arada böyle günler ve önceki geceler varsa..
iyi ki doğdum gerçekten..

26 Ocak 2011 Çarşamba

a gift to myself..

şey,
breathe owl breathe / cave >>
sonra,
siobhan wilson / song for lisa >>
aaa bi de
nick drake / things behind the sun >>
hmm
biraz da scott matthew gibi bişeyler..
ama üşendim..

20 Ocak 2011 Perşembe

..

sıkıştım..
her kaçtığım yerde daha çok üstelik..
mekanlara sıkıştım ya inanılır gibi değil..

katlanabilirim sandığım hiçbir şeye katlanamıyorum şimdi.
ekranların içinde, sahnelere yapıştırılmış gibi, robotik, isteksiz, ruhsuz, renksiz ve -bunda dahi- başarısızım..

kabuslarımda -ki sanıyorum genelde böyledir- bağıramam ben, sesim çıkmaz, paniğe kapılır nefessiz kalırım, kaldı ki kabus da budur zaten.. parmağı replay de takılı, ben hep bu soluk soluğa haykırma halindeyim şimdi..

hayır diyemedim, olmaz, yapamam diyemedim.. buna hakkım var mıydı ondan da şüpheliyim.. bazı kararları ben verdim evet, ama bazıları olageldi..
işin kötüsü, bu bazen işime geldi.

üstünkörü yaparken temizliği, tüm sıkıntı köşelerde kaldı, birikti, kemikleşti..

öfkeliyim..
bir dolu nedenim var, mesnetsiz, çocukça, şımarıkça, önemsiz, yersiz, en son da zahiri olduklarını düşünmeye başlayıp söyleyemiyorum..
sussam, sessizliğimle başa çıkamıyorum..

yapamıyorum..
öyle harika yemekler de yapamıyorum, şık topuzlar da..
iki lafı bir araya getiremiyorum mesela, oturup sakin sakin iki kelam edemiyorum..
hep sıkılıyorum..

olmuyor.
olmadı.

ben, bu işi beceremedim..
boktan bir insan olup çıktım..

15 Ocak 2011 Cumartesi

bu

tavşan dağa durumları, kötü.
mal gibi bekliyoruz.

yazık..

13 Ocak 2011 Perşembe

derken

bu ara çok serbest çağrışıyorum!
hararetle anlatmaya başlıyorum, sonra başka başka şeylere atlayıp, sonunda karşımdakini ambale ettiğim yetmezmiş gibi, "ben bunları neden anlattım" diyorum..
yazık insanlar da "anlamadım, sen anlatıyorsun ben de takip edemedim" gibi şeyler geveliyorlar.
bu benim standartlarımı dahi zorlayan bir şapşallık..
yazarken de yapıyorum bunu, çok saçma..

çözemedim, bu kadar sıkılıyor olamam..
olmasam iyi..

şey demeye başladım;
"anlatırım ama emin misin?"

11 Ocak 2011 Salı

uydurmuyorum, görüyorum..

"özür dilerim ama yüzü olmayan adamın sesi hiç olmaz" diyorum.
"benim bir yüzüm var elbette" diyor bana. ah kibiri öyle tadında ki.. burnunu hafifçe kaldırdığını hayal ediyorum.
"ben neden göremiyorum bu yüzü o halde" diye soruyorum, cevap vermiyor. yine tatsız bir karanlığa düşüyorum.
ve sonunda hep david sylvian bir şarkı söylüyor kulağıma..
bu kez 'the only daughter' olsun..
nasılsa ancak rüyamda görürüm..

5 Ocak 2011 Çarşamba

hım?

şu heyecan..

riskte mi saklı?
bilinmeyende?

peki.

uzun bir mektup iyi olurdu..
yazanı bilinmeyen bir mektup..
harika olurdu.

4 Ocak 2011 Salı

o

iddialı renkler giyerdi. bazen de baştan ayağa siyah.. sıradan bir ses tonu, ortalama boyu, kahverengi gözleri ve uysal saçları vardı.. fakat elleri göz kamaştırıcıydı, uzun, kemikli parmakları, minik tırnakları ve incecik bilekleriyle.. o çok konuşur, az anlatırdı, bir dolu laf kalabalığıyla oyalardı bizi ve biz hiç bilemezdik aslında neler yaşadı. siyah, postacı çantasında ince bir kitap taşırdı daima ve insanın içini gıcıklayan bir defter. el yazısı öyle sıradandı ki,hep aynı yöne ama zarif.. sakin değildi öyle her zaman, çok kereler sinirli gördük onu, susardı böyle zamanlarda, biz de susardık.. ertesi sefer hiçbir şey olmamış gibi gülümserdi. gülümserdi sık sık.. bazen de düşerdi yüzü, neye üzüldü bilemezdik, ya da üzüldü mü.. düşünürdü çok, ama çok. parmak uçlarını yüzünde gezdirirdi o zaman, biz onu izlerdik, dolardı gözleri, bakamazdık.. tanıdık, buruk, akustik bir şarkıydı, kirli sesli bir solistin dilinde, eşlik edemezdik..
onu sevmek için çokça sebep vardı aslında, sanırım..
ama biz hiç cesaret edemedik..
ya da o müsaade etmedi..