27 Şubat 2007 Salı

çüş!!

dahiyane ama...

en tatlı yeri

dudağımın kenarında, alt dudakla üst dudağın birleştiği yerdeki minik çukurda yani, gitmek bilmeyen bi hüzün var.
bazen acı acı tebessüm ediyorum onu saklamak için, sağdan alıp sola koyuyorum, soldan alıp sağa koyuyorum, eriyip gitsin istiyorum, olmuyor…
kimi zaman da öfkeleniyorum bu yapışkan şeye, kemirmeye başlıyorum, yiyip içimde hapsetmeye çalışıyorum, o da olmuyor…
arada bir de koyveriyorum kendimi, apaçık sergiliyorum “leblebi hüznü”mü, ağzımı açıp da tek kelime etmiyorum, öylece dursun diye, düşmesin diye…

ama yoktu bu!
muhtemelen başkasının dudağından havalanıp benimkine kondu!
gitsin!
benim dudaklarımdan da bir başkasınınkine bulaşsın artık!
lütfen!

lütfen…
yoruldum...

çok...

23 Şubat 2007 Cuma

ekmiş(sin)

keşke incecik, yüz-yüzyirmi sayfalık bi kitap olsaydım onun yastığının altında…
ya da perdesi olsaydım, her zaman biraz aralık kalan… sabah güneşi yüzünü aydınlatırken, onu gören ilk ben olsaydım…
en sevdiği fincan olabilirdim mesela, dudaklarını esirgemezdi o zaman benden…
mahallesindeki alelade bi kedi olsaydım eğer fark ederdi beni belki, ama mutlaka duman rengi bi kedi olmalıyım…
en güzeli bi ortaçgil şarkısında renk olmak, tirşe mesela… kulaklarından tatlı bi tınıyla ellerine bulaşmak, sonra tüm bedenine, içine işlemek…
evet…
en güzeli bu…

21 Şubat 2007 Çarşamba

sus!

siyah beyaz bi günde sordum;
“rengim ne benim?”
“şimdi mi?” diye sordu,
“fark eder mi?” dedim,
“tabii” dedi, “şimdi, sıcağının sarısına mavim karışırken, şu an, yanımdayken, elin avuçlarımın içindeyken yeşilsin, benim gibi…”
“ama mavi uzağın rengi” dedim ben,
“mavimden korkma” diye fısıldadı, “ben senin kızılından korkuyorum, bir korku “biz”e yeter…”

sonra uyandım…

nadiren de utanırım...


19 Şubat 2007 Pazartesi

bazen çok korkarım...

"bigün bir şeye inandıysan eğer, bir an bile olsa yani,
birileri yalanlamadığı, aksi ispatlanmadığı sürece devam et inanmaya, vazgeçme!
fikrinin saflığından utanma sakın,
bırak onu seni inandıranlar düşünsün…"

dedi iyi tarafım bugün…

benim iyi tarafımın tuhaf bi espri anlayışı vardır, kafa karıştırmayı sever ve başına buyruktur, bi yanı da kırılgandır, çabuk küser ve uzun sessizliklere gömülür. en önemlisi vefasızdır, hiç şüphe yok ki, bu gece yarısı ben uyurken sessizce gider ve kim bilir bir daha ne zaman gelir…

18 Şubat 2007 Pazar

titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime...


kadının sesi güzel...*
.
su gibi berrak, dinledikçe sarhoş ediyor insanı...

...

rakı buz gibi soğuk...
leblebi beyaz...
keşke mevsim yaz olsaydı, kavun isterdik...

bide su sesi...
deniz...
.
bide...
.
ooooof of!
.
...
.
kadının sesi güzel, çok güzel...


*şevval sam / sek

17 Şubat 2007 Cumartesi

kistler de küçülür...

üç noktalarımı seviyorum ben…
nesi var ki şimdi bunların, şahaneler bence…
nokta tek başına da güzel, öyle de seviyorum. bir şeyi kat-i bir sonla taçlandırmak…
sonra güneşi seviyorum ben, hele güneş gözlüğü takmak ekmeğim-suyum…

bazı sabahlar aynadaki aksimi güzel buluyorum, o anları çok seviyorum.
bide saçımdaki beyazları pek seviyorum, iyi oldu onlar...
yüzüklere bayılıyorum, neyse ki güzel ellerim, yakışıyor yüzük, ellerimi, yüzüklerimi seviyorum, hatta üçlü bi yüzüğüm var, çok tatlı, üçlü yüzüğüm, güçlü yüzüğüm…
akbil’im hep boşalıyo, sinir oluyorum, ama dolmuş yerine otobüse binmeyi tercih ederim, iyi otobüsler, seviyorum. (“otobös, gel bizi al!”)
küçük şeylere sevinirim ben; oturduğum cafede sevdiğim bi şarkı çalınca, biramın köpüğü fazla olunca, yiğit özgür tam sayfa çizince, aradığım bi kitabı mefisto’ da bulunca, ofiste çay güzel demlenince, vs. saçma, minik şeylerle mutlu oluyorum, bu huyumu seviyorum. (saçma minik şeylerle mutsuz da olabiliyorum, karıştırmayalım şimdi!)
hmm, birayı çok seviyorum, ucuz diye değil, resmen severek içiyorum, garip. (“ne dark’ ı beee, kola içiyorum ben!”)
fotoğraf çektirmeyi, fotoğrafı hiç sevmem ama bebeklik fotoğraflarımı pek bi seviyorum, öylece kalsaydım keşke…
güzel kadınları resmen kıskanıyorum, kompleksli bişey farkındayım ama o an ki huysuzluğum pek şirin, o huyumu da seviyorum!
spor ayakkabı giymeye bayılıyorum, bot giymek düpedüz depresif bişey! (dikkat ettiyseniz, yüksek ökçe pabuç, çizme vs.nin esamisi okunmuyor!)
“büyüyünce şık giyincem!” yeni sloganım bu, süslenmeye üşenmeyi ve büyümeyi ertelemeyi seviyorum.
sonra slogan üretmeyi de seviyorum, beyanlarda ve düsturlarda bulunmayı, akabinde bunlarla delicesine dalga geçmeyi…
her şeyden çok kendimle dalga geçiyorum zaten, küsen, darılan yok, en güzeli…
kendi kendime konuşuyorum çokça, geçen gün bilgisayarla pazarlık ediyodum, istediğimi yapsın diye, iyi gene kovmuyolar beni…
sık sık saçmalıyorum, yine saçmaladım mesela, olsun! ben “ben”i böyle seviyorum…
bunları niye mi söyledim?
e sevmek kötü şey mi canım?!
hadi öptüm, gittim…

13 Şubat 2007 Salı

arpacık

“…bu aralar çok düşünüyosun begüm, hayır kimseye bi zararın yok da ben senin için diyorum…” dedi bi canım arkadaşım dün…
söz dinliyesim geliyo, ki adetim diildir…
ben de düşünmemenin yolu ne olabilir diye düşünüyorum iki gündür,
kendini dinlemeyi bırakıp başkalarını dinlemek bi fikir olabilir mesela, ama bi dolu insan boş konuşuyo… bunu böyle söylemekle ayıp ediyorum biliyorum, ama olsun canım biraz ayıp olmak istiyor…
bu seçeneği eliyorum, haybeye doldurmayalım kafayı…
okumayı bırakmıştım, yarısı okunmuş kitaplarımı üstüste koyuyorum bi süredir, minik bi kulem oldu… onları okumaya başlasam, bi sinirlensem, bi üzülsem, başka hayatlar için tasalansam iyi gelir belki… epeydir arıyodum sonunda buldum, bööle kitabın kenarına tutturulan minicik lambalardan aldım, onun açılışını yapmalı.

sonra, sinemayı bırakmıştım, ona geri dönsem iyi olur, kafamı dağatıyo, zihnimi yoruyo, bana vakit kalmıyo, iyi bu… (if’e bir-iki…)
dans etmiyorum ne zamandır, içimden de gelmiyo ki… ama zorlasam olur belki, biraz da içmek lazım… bilemedim, karar veremedim, olabilir…
neyse yaa bunnarı bi deniyim de… yoksa düşünmeme çözüm ararken, düşüncelere dalıyorum…
kafi derecede saçmaladığımı düşünüyorum ve zengin kalkışı yapıyorum…
git-tim…

9 Şubat 2007 Cuma

trash

hani bişey bitmeye yüz tuttuğu zaman ters çeviririz ya, biriksin de son damlasına kadar kullanalım diye… mayonez mesela ya da şampuan… sonra kapağını açıp sıkınca da gerekenden fazlası çıkar, her tarafa sıçrar…

işte ben “o”yum!!

baş aşşağı duruyorum, tüm kan beynime toplanmış durumda. Bu bitmiş, sefil halim sadece bir yanılsama, dokunanın üzerine sıçrayacak karanlığım, zihnimin çöp kısmı ve öfkem…
endişeleniyorum…



6 Şubat 2007 Salı

29D

bu aralar yeni yeni müzikler dinliyorum. bunların çoğu insanlık için eski, hatta benim için de eski, tozlarını üflüyorum bi hevesle… ve komik bişey yapıyorum, herbirine bi yer yakıştırıyorum, sonra bi güzel dolanıyorum.

malt var mesela en son, dörtlevent o,
jamiroquai; alışveriş, tansaş (esp. king for a day)
sonra incesaz var, çengelköy sanırım, belki bide minik bi boğaz turu, mevsim bahar…
geç karşıya, ortaköy; king of convenience (esp. the girl from back then)
omzunda bi şalla arnavutköy; kesinlikle zolcay,
akşam, taksim meydan; stadium arcadium (rhcp) (esp. hard to concentrate)
yürü biraz, galatasaraydan sonra tünele kadar, kt tunstall,
tünel; sting (ne olursa!)
kurban -yeniden birleşmelerinin şerefine-, mecidiyeköy, levent,
beşiktaş, deryaapartmanı, sarı pencere; bortaçgil…

her sabah bedenim beşiktaştan otobüse binip, dörtlevente giderken, zihnim, paşa gönlümün çizdiği rotayla ordan oraya geziyor, boğazda bi kahvaltı yapıyor, motorla karşıya geçiyor, minik bi yürüyüş yapıp keçilerini dağıttıktan sonra, taksime zıplıyor, bikaç pasaj gezip tünelde bişeyler içiyor…

böyle böyle geçiyor günler…

siz de yatmadan önce bi bardak ılık süt için, hayal gücünüz büyüsün…
görüşelim…

5 Şubat 2007 Pazartesi

beyan niteliğinde bir not

bu blogda mesaj kaygısı asla güdülmemektedir.
bahsi geçen "o"ların bir kısmı ve "sen"lerin büyük çoğunluğu hayal ürünüdür.
ancak, "ben"lerin TÜMü gerçektir!
zaten bendeki benlerden geriye bir tek "ben" kalmıştır, kalan sağlar bizimdir...
beg.

2 Şubat 2007 Cuma

h..k

bir gün o filmi beraber izleyeceğiz,
biliyorum...
belki sen dördüncü kez izliyor olacaksın, ben yedi...
sıcacık bi battaniyenin altında izleyemediğimiz tüm filmlerin acısı çıkacak bi seferde, "en sevdiğim sahne!!" diyeceğim, onların yüzünde renkli boyalar varken, sen yüzünde çapkın bi tebessümle minicik öpeceksin beni, sağ göz kapağımdan...
olacak bunlar,
biliyorum...