28 Şubat 2008 Perşembe

kel fatma

kuşları sevmiyorum ben,
çekinmeden "çok aptal hayvanlar" diyiveriyim hatta...
öyle uçmalarını falan da kıskanmıyorum,
ben kuş olsaydım da k.çımı kaldırıp uçmazdım zaten, öyle kabarıp otururdum.
ama martılar başka...
onları seviyorum,
çirkin sesleri tembel bi bahar sabahı...
böyle "hmm hm" yaparak döndüğüm, yüzümü güneşten kaçırıp yastığa daha da gömerek uyumaya devam ettiğim...

iyi martılar...
ben de iyi...

yetmişüç,
yetmişiki,
yetmiş,
altmışdokuz,
altmışsekiz...
...

24 Şubat 2008 Pazar

yüz,

çoktandır bu bekleme odasındayım...

kimbilir kaçar kez okudum şu dergileri, ki en yenisi altı ay öncesine tarihli...
ezberledim tüm resimleri...
duvardaki posterlerin her köşesini...
yamuk yapıştırılmış uyarı notlarını...

bi dolu insan gelip gitti, kimisi müdavim benim gibi...

ilk geldiğim günü anımsıyorum;
oldukça sıcak bir yaz günüydü, klima yoktu (takıldı sonradan neyse ki, ona da ben önayak oldum) cehennem gibiydi oda, "zararı yok, çok kalmayacağım zaten" dedim içimden...
hah!
gülünç...

derin bir nefes aldım, tutuyorum...
ve sayıyorum içimden;
doksandokuz,
doksansekiz,
doksanyedi,
doksanaltı...
...

19 Şubat 2008 Salı

. ,

o kırmızı pencerenin ardında kimseye anlatmadığım bir anım var,
ve sen üç kanat ötemde bir taburede oturuyorsun şimdi, karnın aç...
öldür beni sevgilim, bir nefeste öldür...
ki bir anlamı olsun her gece gördüğüm bu ruyanın.
ağır işiten bir körüm ben...

11 Şubat 2008 Pazartesi

fame

dün yine birisi solumdan sessizce yanaşıp, elindeki not defterini uzatarak;
"bi imzanızı alabilir miyim?" diye sordu.
yüzümün yarısını kaplayan gözlüklerimi indirip, parıldayan gözlerine isteksizce baktım. sonra elindeki kalemi sabırsızlıkla salladı,
"yo hayır, o dokunuyor" dedim ve kendi kalemimi çıkarıp çantamdan, defterin a5 sayfası boyunca kıvrak bir imza attım.
"bi de öpebilir miyim?" dedi,
"biraz kırgınlığım var, öpmeseniz daha iyi" dedim ve kaçtım.
sonra bir kesekağıdı dolusu şeker aldım ve tek başıma yedim.
afferim.

4 Şubat 2008 Pazartesi

"sayıklama"

bugün hava sisliydi...
bana koymaz... benim görüşüm hep biraz pusludur zaten...

işte bu yüzden, kuru kayısı yerim ben. kuru kayısı -adı üzerinde- kuru kuru gitmez, yanında şarap içerim, kavunun yanında da rakı... sonra narı çok severim, kaşık kaşık yerim... hele kiraz, enfes! ebbedi yerim.. yok ebbedi yemem, dokunur, ne de olsa herşeyin fazlası zarar...

işte bu yüzden, ben hep söz dinlerim. dinlemeyip de ne yapayım, yoksa iyice zorlaşır yaşamak. insanlar "yaşamak" işini fazla büyütürler, ben büyütmem. yalan söyledim, bazen ben de büyütürüm. evet, ben yalan söylerim, ne de olsa herkes söyler...

işte bu yüzden, jaco dinlerim ben, genç yaşta pisi pisine ölmüştür jaco, bunu hatırlar hüzünlenirim, sonra bi trouble dinler, silkelenirim. sonra bi ambjörnsen okurum, bi gondry izlerim. işte böyle de sıkıcıyım... ama çekinmem, ne de olsa beni bilen bilir...

işte tam da bu yüzden, sağıma döner uyurum ben, çünkü solda kalp vardır, sıkışır... bazen sola dönmesem de sıkışır kalbim, bunu herkes bilir, ne de olsa herkes -en az-bir kere aşık olmuştur...