24 Aralık 2007 Pazartesi

aralık

dar alanlar...
dar zamanlar...
gittikçe daralan nefesler...
daracık bi görüş...
ve nihayet yok olmuş bi düş gücü...
...
böyle...
bu...

17 Aralık 2007 Pazartesi

16 Aralık 2007 Pazar

let me lie in, leave me alone

jamie cullum / 20sth

12 Aralık 2007 Çarşamba

kısmet

minik küpemi kaybettim üç gün önce...
dertlenmedim, on yıldır var bu küpe ve kaybolmaz, döner dolaşır beni bulur...
bu sabah "tüh!" dedim, "bu sefer gerçekten gitti galiba..."
ama akşam eve döndüm, anahtarı kilide sokarken, bi baktım kapının önünde duruyor...
gezmiş, dolaşmış, yine bana dönmüş...
...
bi gün onu da kapımın önünde bulmayacağım ne malum?!
ya da benim onun kapısına dayanmayacağım?!
ne malum yani?!
...
ezberimi unuttum...
olmaz mı?!

9 Aralık 2007 Pazar

5 Aralık 2007 Çarşamba

şu-rup

"tadının kötü olduğunu biliyorum kızım ama içmen gerek" derdi annem hastalandığımda, "yoksa iyileşemezsin"...
.
öyle aklıma geldi...

2 Aralık 2007 Pazar

yaz kızım!


- biraz saçmalamak istemiştim yalnızca hakim bey, bu benim yasal hakkım. beni bunun için yargılayamazsınız!
- hanımefendi, “seni seviyorum” demişsiniz, biraz değil, bayağı bir saçmalamışsınız…
- samimi değildim ama efendim!
- şahitleri dinledik, hepsi sizin genel olarak samimi bir insan olduğunuzda birleşiyor, ki bu da büyük bir suçtur.
şimdi, mahkemeyi daha fazla oyalamayın ve suçunuzu itiraf edin.
- ama o da bana söyledi aynı şeyleri…
- kendisi yalan söylediğini itiraf etti ve suçsuz bulundu, davası düştü.
- şaka mı bu?
- sizi ciddiyete davet ediyorum!
karar;
sanık, kendinden başka bir kişiyi sevmek ve ona bunu samimiyetle ve anlaşılır bir türkçeyle itiraf etmekten, mahkememizce suçlu bulunmuştur.
suçlunun, mahkemenin uygun göreceği bir usulle bu duygudan arındırılmasına, o zamana kadar da yalnızlığa mahkum edilmesine karar verilmiştir
.

30 Kasım 2007 Cuma

görüşmeyeli..

yolda birilerini görüyorum bazen, bir-birbuçuk senedir görmediğim...
"nasılsın?" diye soruyorlar,
"iyiyim, sen?" diyorum, cevabını merak ettiğim bile oluyor...
"saçını kestirmişsin" diyorlar,
"evet kestirdim" diyorum,
sonra,
"o dönem çok mutsuzdum çünkü" diyorum içimden...
"ama ondan önce de delice mutluydum" diye toparlıyorum hemen.
"şimdi...
şimdi hiçbiriyim, hissizim..
o yüzden sana böyle boş boş bakışım.."
.
"neyse" diyorum sonra,
"seni tutmayayım, hoşçakal. kendine iyi bak..."
ne demekse...

28 Kasım 2007 Çarşamba

../12/2007

benim gitmem gerek, gerçekten...
sonra yine gelirim nasılsa...

26 Kasım 2007 Pazartesi

özlemişim...


...ki herşeye rağmen birini özlemek içimi temizliyor...

23 Kasım 2007 Cuma

küçük insan

.
"omzunda bi semenderle bana doğru yürüyordu..."

bu sabah, bi köşeyi dönünce, -pıt- diye düştü bu cümle önüme... olur böyle şeyler zaman zaman, ama ben hemen yüz vermem öyle her cümleye, o yüzeden görmezden geldim önce, ama giriverdi zihnime, yanıp sönmeye başladı neon ışıklarıyla...
nasıl bi cümleki bu?! ne önüne bi hikaye alabilir, ne ardına bi sonuç...
hem semender ne ki?! ne işi var ki bi omuzda?! ve bana doğru yürüyor... ne alaka?!
kimsesiz, hikayesiz bu cümleyi ben sahipleniyorum şimdi; minik defterimde bomboş bi sayfanın bi kenarına iliştirdim, yadırgar sandım yerini, aksine keyifle yerleşti, yorulmuş, uyuyakaldı...

21 Kasım 2007 Çarşamba

bu.

_
_
_

_
_

_
_
_
_
_
_
_
_
_
_
_
_
_

19 Kasım 2007 Pazartesi

alice

bazı sabahlar bacaklarımda, kollarımda morluklarla ve çiziklerle uyanıyorum; "yine aynı kabusu gördüm heralde" diyorum hemen. ilkinde değilse de, ikinci fincan kahveyle hafifliyor sızısı...
geçiyor diyemem ama dayanılıyor...
...
bazı akşamlar bacaklarımda, kollarımda morluklarla ve çiziklerle giriyorum yorganın altına; tek kelime çıkmıyor ağzımdan. uyku tutmuyor, dinlediğim müzikler, okuduğum öyküler fayda etmiyor, hafiflemek şöyle dursun, artıyor sızısı...
'gerçek' onlar, onlara dayanılmıyor...

15 Kasım 2007 Perşembe

14 Kasım 2007 Çarşamba

blogger

hep kısa yazılar...
anlatılacak bi hikayem kalmamış...

kısmet.

02

bugün attığım adımları ertesi gün geri almaktan yoruldum...
beklemekten de sıkıldım artık...
oldukça kırmızı bi gün...

12 Kasım 2007 Pazartesi

gör dediği

buz erir, su olur..
su akar, yolunu bulur..
.

8 Kasım 2007 Perşembe

basit

huzurlu, yemyeşil bir çimen kokusu...
deliksiz bi uyku...
çizgili rüyalar ve
kaba bi kız...
...altı gün...

1 Kasım 2007 Perşembe

limon

bi virüs var bünyemde, zihnimdekinden başka... limonlu şeyler içiyorum sürekli onun için;

limonlu tavuk suyuna çorba,
limonlu çay, ıhlamur,
votka limon ve
yalnızca limon...

diğeri içinse; "mutsuz olman gerekiyormuş, sessizce geçmesini bekle." dedi çok bilmiş bi doktor, bekliyorum...

kafası karışık bi dostum da; "sataş, bulaştır" dedi, kulak asmadım...

bi kocakarı da; "başka çaresi yok, kurbağa kanı içeceksin" dedi, içtim. geçmek şöyle dursun, bi de hıçkırık tuttu üstüne...

25 Ekim 2007 Perşembe

teşekkür ederim

uçan balonları seviyorum ben…
küçük, renkli şekerleri…
pizzayı elimle yemeyi,

"kolay gelsin" demeyi...
bir basamağı iki adımda çıkmayı,
saçlarımın ıslaklığını...
annemin kırışıklarını…
yemek yapan elleri,
kahveyi, rakıyı…
bomboş defterleri,
saklanmış sinema biletlerini…
uzun araba yolculuklarını,
kısa otobüs yolculuklarını,
ama en çok deniz yolculuklarını…
kanlıcadaki o parkı…
misinaları…
o günü…
bazı şeyleri unutmayı,
ama seni hep aklımda tutmayı…

21 Ekim 2007 Pazar

kabus

parmaklarımı isminin üzerinde gezdirdim, bu ilk mektup değildi elbette bana yolladığın, ama korkarım sonuncusuydu…
“onu giderken gördüm” dedi bir kadın sesi,
“ama ben görmedim” dedim.
sesin sahibi yanıma oturdu sonra, yorgundu yüzü kadının, olduğundan daha yaşlı görünüyordu ama belirgin bir güzellik gizliydi hatlarında.
“açmayacak mısın?” diye sordu, zarfa bakarak.
sustum…
sessizlikleri sevmem ama sustum…
kibirle güldü,
“siz bu kentin genç kadınları… her akşam evlerinize gidip, kaynar suyun altında sessizce ağlar, sonra tırnaklarınızı kırmızıya boyarsınız, hiçbir şey olmamış gibi… hepinizin süslü ellerinde açılmamış birer mektup…”
daha cümlesi bitmeden utançla sakladım kırmızılı parmaklarımı ve okunmuyordu ismin artık, ağlıyordum sanırım…
“onlar hep giderler, bunu aklına sok! ve asla dönmezler!”
konuştukça küçülüyordu kadın, yaşlanıyordu, gözleri avuta kaçmış, derisi buruşmuştu, elleri de titriyordu belki…
karanlık yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve sararmış, çarpık dişlerinin arasından tısladı;

"bu kent lanetli!"
...
sonra uyanmadım ben…

17 Ekim 2007 Çarşamba

usandım...


sağanakta bir saçak altına sığınmak gibi...
korkak, ikircikli bir bekleyiş...
ve -sanırım- beyhude...


8 Ekim 2007 Pazartesi

4 Ekim 2007 Perşembe

bir geri

birkaç gündür hatırlamaya çalışıyorum, gözlerimi sımsıkı yumup düşünüyorum; bundan onyıl önce bu yaşımda nerde, ne yapıyor olmayı hayal etmiştim diye, hatırlayamıyorum...
mimar olacaktım evet, ama istanbula geleceğimi sanmıyordum.
daha güzel ve alımlı olmayı umuyordum sanırım, ama...
"o" vardı o zaman, birgün olmayacağını düşünmemiştim hiç, özgürü birdaha görmeyeceğim de aklıma gelmezdi.
gitmiş olmayı umduğum yerler vardı, henüz gidemedim, hiç aklımda olmayanlar vardı, çok sevdim...
heralde ayakları yere sağlam basan, kararlı, istikrarlı ve olgun biri olmayı istemişimdir... korkarım bunları bir onyıl sonrasına daha ertelemem gerekecek...
salak salak kazıklar yer, üzülürdük o yaşlarda, "böyle böyle büyüyorduk" ya, işte bu geçer diye umuyordum, geçmedi... oysa artık, aldığım yaşlara "büyüyorum" demekten vazgeçip, "olgunlaşıyorum" demenin vakti geldi...
dehşetli mutsuz oluyorum kimi zaman, böylesinin varlığından bile haberim yoktu onbeşimde mutlaka, ya da nefret etmenin, unutmanın bu kadar zor olduğundan...
daha neler göreceğim kimbilir...
belki de hayal etmedim hiç, bilmem... ama hatırlamamam gösteriyor ki, şimdi hayal ettiklerimi de bir onyıl sonra unutacağım. isabet! ongün sonrası için bile heyecan duymuyorum zira...

30 Eylül 2007 Pazar

keyfe keder

sabah uyanmak istemedim, gece de uyumak istememiştim, garip, bazen “ben”i anlamak zor oluyor... durakta öylece oturuyorum, binmem gereken tam üç otobüs geçti, bakalım dördüncüye binecek miyim, kendimi, fikrimi kestiremiyorum…
şarkı bitti, isabet! sevmiyorum zaten onu, ama sıradaki güzel… ak sakallı, tonton adam, yumuşacık sesi… tam o sırada, yolun ortasında, onlarca tekerleğin arasında bir kertenkele duruyor, harika bir yeşil rengi, güneş vuruyor üstüne, muhteşem… olacak iş değil ya, artık hiçbir şeyin oluru kalmadığından herhalde, şaşırmıyorum. oysa daha o andan belliydi, o günün ne kadar tuhaf olacağı…
eksik yaptım her şeyi, üstünkörü okudum, yalandan dinledim, çok az konuştum… yediğim yemek soğuk, içtiğim kahve şekerli geldi… bazen üçdakika yirmidakikada geçiyor, güneş batmak bilmiyor, o batsa hava kararmıyor, yollar uzuyor, meydandan tünele tam iki gün çekiyor…
nihayet! sağa döndüm, ama çok şapşalım, erken döndüm, bir sonraki arayı bekleyemedim… bu sokakta yerler hep ıslak… sonra o çıktı bir apartmandan, hızlıydı adımlarım, sakındım kendimi ama çarptım omzuna yinede, dalgındım; “affedersin” dedim, “canın sağ olsun” dedi. ne güzel söz, naif, ne sıcak… düpedüz iyi insan lafı… yüzüne baktım, kemikliydi… gülüyordu… “seni bir daha görsem…” diye geçirdim içimden.

bu sefer olurunu sorgulamadım bile…

yirmisekizeylülikibinyedi

26 Eylül 2007 Çarşamba

teskere

ben hala yumruklarımı sıkıp öyle hesaplarım; hangi ay, kaç çekiyor diye...
bugün otobüste yine mıkır mıkır saydım da bişey geldi aklıma; şimdi temmuzla ağustos ard arda otuzbirlik uzun aylar ya, fazlalık, yorgunluk olmasın diye eylül yirmialtı çekebilir... bu ay, bugün bitebilir yani, bence hiç sakıncası yok...
özetle "bu da olmadı, sıradaki..." demek istiyorum.
ama mayıstan dersimizi aldık, hazırlıklıydık, hiç üzülmüyoruz...
...
yersen...


yalnızca marcus miller dinliyorum bu aralar, iyi geliyor...

24 Eylül 2007 Pazartesi

yetmez mi?

bazen hayat kavunun turuncu kısmı gibi kayıp gitsin istiyorum...
olmuyor...

niye ağladım ki şimdi bu kadar?!

tirşe

bir sahilde, bir bankta yan yana oturuyorlardı…
“serin” dedi kız.
“serin” harika bir kelime, eğer kullanmayı biliyorsan, “ılık”tan bile güzel…
oğlan hırkasını uzattı, o hiç üşümez, her zaman sıcaktır…
kız omzuna aldı hırkasını, kokusunu ciğerlerine doldurdu, üstüne de sinse keşke…
çok geçmeden yine karabataklarla bir daldı kızın gözleri.
susuyorlardı…
sonra;
“içime işliyor yalnızlığın” dedi oğlan, “bir deniz kenarında böyle oturman çok hüzünlü…”
“yalnız değilim,” dedi kız, “yanımda sen varsın.”
sustular yine, ikisi de sonrasını bilmiyordu, umut ediyorlardı yalnızca…
kim bilir,
içinin hep serin kalacağını bilseydi kız, yine koyar mıydı başını onun sıcak omzuna…


eylül '07 istanbul

19 Eylül 2007 Çarşamba

hayrola?!

bu bacak niye sallanıyo yaa, bu sağ bacak?! gerçi... dursa noolcak, sağ dursa sol başlıyo... nereye yetişiyor, neleri kaçırıyorsam artık...
denyoca bir panik içindeyim, tembel tembel yaşayıp gidiyordum oysa...
kısmet...

13 Eylül 2007 Perşembe

rew

...
onbirinci bölümün son satırlarını da okuyunca kapattı kitabı, eski bir feribot biletiydi ayraç niyetine kullandığı... her kitapta başka şey; bazen bir sinema bileti, bazen bir fatura, nadiren de bir gazete küpürü, okumaya başladığı tarihi gösteren bir kağıt...
garsonla göz göze gelmeyi bekledi, hesabı ödedikten sonra hızla ağzına attı fincanın kenarındaki kurabiyeyi, filtre kahveyi pek sevmez ama bu kurabiyeler iyi...
cadde neredeyse boştu, "herkes işinde, çalışıyor..." diye düşündü, kaçamağıyla gurur duydu. kulaklıklarını taktı, neşeli birşeyler dinlemek istedi, mandolin mesela...
onunla buluşmasına birbuçuksaat var,
yarımsaatte iskelede olur,
geriye birsaatlik bir zaman kalıyor...
sola yöneldi, bir pasaja girdi, dükkanlar, çantalar, saatler, fularlar, gömlekler, kolyeler, yüzükler, küpeler... tam çıkacakken mavi camdan, sallantılı bir küpe beğeniyor, "denemek ister misiniz?" diye soruyor satıcı kız, aslında istiyor ama "hayır" diyiveriyor, "sağolun", daha sonra o küpeyi almadığına pişman olacak...
bir kitapçıya giriyor önce, sonra bir başkasına geçiyor, ikincide ilkinkiden daha çok kalıyor...
yeteri kadar vakit geçirdi,
sabırsızlanıyor...
aslında biraz geç gitse, onu uzaktan izlemek iyi olurdu... ama vazgeçiyor, bekletmeyecek onu, vaktinde orda olacak...
...
keyifle öpecek onu, sonra söyleyeceklerini dinlemeye başlayacak, fikrini sorduğunda da konuşacak, bu sefer de kendisi anlatacak... çok sevecek onu, o bunu bilecek, ama yine de söyleyecek...
...
buluşmalarına onbeşdakika var,
iskelede şimdi,
bekliyor...
...

11 Eylül 2007 Salı

selluka

akşam korkulu-korkunç bişey izledim, dedim ki "kesin kabus görcem"...
görmedim...
bilakis, çok güzel yeşil pabuçlar gördüm rüyamda, bi kutunun içindeydiler ve yanlarında da onunla takım iki tane fular vardı, harikaydı...
saat çaldı falan -horoz ötüyo benim evde- uyandık işte neyse, her sabah olduğu gibi "bu akşam erken yatçam" dedim kendim kendime, yalan! biliyorum ki yine geç yatçam bu akşam, hep aynı şey... sonra işte diş fırçala, nesfit, sarıyla pembe arasında kısa bir an bocalama, kafaya iki toka vs. derken çıktım evden...
allahım korkunç bi trafik vadı, ama KORKUNÇ!
"kesin" dedim yine kendim kendime, "bugün huysuz olcam".
olmadım...
aksine yine bi şenim, nedensiz...
saçımdaki kızıllık olabilir nedeni, ya da sarıyı seçtim sabah ondan neşeliyim...
bilmiyorum...
habire bi şarkı mırıldanıyorum, onu unutunca bildiğim bi başkasına geçiyorum...
kıkır kıkır gülüyorum sık sık...
aynadaki aksimi beğeniyorum,
uzun zaman sonra bi kitabı gerçekten okuyor, keyif alıyorum...
yediğim tüm yemekleri zevkle yiyip, içkileri yavaş yavaş içiyorum...
dedim ya, hiç bi sebebi yok üstelik...
o sebebi bulmadan önce iyi bi başlangıç sanırım...
evet evet, harika bi başlangıç...

3 Eylül 2007 Pazartesi

"a"

bisiklete binmeyeli yıllar oldu...
severim halbuki...

yaz bitiyo çaktırmadan, son rakıları içmek, son incirleri yemek gerek doya doya...

eylülü seviyorum ben, mayıstan biraz daha çok, çünkü yazı bitirmiş olmanın kafa rahatlığı var... kış kendi kendini bitiriyor nasılsa, ama yazı idame ve de idare etmek zor...

tuhaf bi umutluyum, bu sonbahar güzel şeyler olcak sanki...

de keşke binseydim bisiklete yaz bitmeden...
kısmet!

2 Eylül 2007 Pazar

bkz. iznin son günü

"varyemez amca" vardı, altın dolu bi havuzu vardı yüzüyodu falan... üff ne güzeldi... "alvin" vardı mesela iyiydi o da. filmini yapıolarmış earl oynamış falan, pek aklıma yatmadı ama... sonra nerden geldiyse aklıma "freaks and geeks" vardı, işte o süpperdi!! ahh ahhhh james franco... gençlik elden gidiyor resmen... çok alaksız ama "who is the boss?" vardı bi de, komik... "melrose place" vardı, "beverly hills 90210" vardı, gerçi onu bi kanal veriodu kışın... iyiydi bunlar, verseler ya gece onikiden birden sonra, izleriz...

sade türk kahvesi

hiçbir yere gitmedik biz seninle henüz, gideceğimiz de yok korkarım, bir “biz” olmaklığımız da yok zaten, kısa bir süre “siz” olduk o kadar…

sevmeden özlüyorum seni…


.
yirmiikiağustosikibinyedi_yirmibirkırkbir / şeytansofrası

kırmızı

...

“keşke arkeolog olsaydım” dedi kendi kendine…
“bunu ilk kez duyuyorum” kapı eşiğinde duruyordu, sağ omzunu duvara yaslamıştı, elindeki fincandan bir yudum kahve aldı, dudakları inceydi ama söylendiği gibi kinci değildi ve üzerindeki bu kırmızı kazak ona çok yakışıyordu…
“ben de ilk kez söylüyorum zaten” dedi.
ayağa kalktı, yorgundu, sırtındaki ağrı hafifledi bir an, ama göz kapakları hala ağırdı. ona doğru yürüdü, o hiç kımıldamadı, o hep böyleydi zaten, devinimsiz ve soğuk, her zaman sessiz…
çok sonra, birbirlerine dakikalarca baktıktan ve kahvesinden üç iri yudum aldıktan sonra,
“dinlenmelisin” dedi.
“aradan birbuçuksene geçti” dedi, öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu, genelde sakindir, ılımlı, sabırlı ve makuldür, ama bu durum biraz farklıydı.
“birbuçuksene sonra bir telefon bile açmadan evime geliyorsun, kendine bir kahve yapıyorsun ve dinlenmemi mi söylüyorsun?” sırtındaki ağrı başına geçmişti, ya da başında da hep bi ağrı vardı da şiddetlenmişti, olabilir, önemi yok…
hareketlendi, ona doğru birkaç adım attı, fincanı kitaplıktaki ahşap topacın yanına koydu, mavi-beyaz-kırmızı desenler vardı topacın üzerinde ve her dönüş hızında bi başka güzel görünürlerdi, ama şimdi bunun da önemi yok…
“şu anda sana seni sevdiğimi söylesem de aynı cümleyi kuracaksın. sorun söylediğimde değil, aradan geçen zamanda…”
“pişkinsin!” kendisini sık sık gördüğü rüyalardan birinde sandı bi an,fakat kahvenin ve onun kokusu karışıyordu, rüyalarında koku olmaz…
“sinirlisin” dedi. ellerinden tuttu, onu yatağa oturttu. (yatak örtüsü mü değişmiş? eskiden pembeydi…)
“sakinleş biraz ve dinle”
“sakinleşmeyeceğim! ama, dinliyorum.”
duraksadı,
“ben… korktum…” diyebildi,
“o gün yeşil bi bluz vardı üstünde hani, serindi hava... neyse, söylediklerin… ben çok korktum…”
bişey söyler diye bekledi, ama sakindi, çocuk gibi bakıyordu; meraklı…
“şimdi daha çok korkuyorum, işte bu yüzden geldim…”
sağ elinin parmak uçlarını, onun çıkık, esmer elmacık kemiklerinde gezdirdi,
“haklısın” dedi yumuşacık, “dinlenmeliyim, uyuyalım…”


...

31 Ağustos 2007 Cuma

tilki

kanımda üç* kadeh şarap...
sizin yokuşun sonundan geçtim az önce...
burnumda kokun...
yalan değil...

öyle işte...

döndüm ben,
istanbuldayım....

*dört de olabilir, emin değilim...

17 Ağustos 2007 Cuma

16 Ağustos 2007 Perşembe

muttley

laff-a-lympics vardı ya hani, işte yogiler, scoobyler bi de "gerçek kötüler" yarışıyolardı falan... epey seviyodum ben o çizgi filmi... yogiciydim ben, yazık ayıcıklar uğraşıyolardı, dürüstlerdi de gerçek kötülerin aksine, ama ukala scoobyle tayfası toplardı kupaları hep... sinir!
işte bu tip de kötülerin kötüsü -ki bu kötüler birbirlerine de kazık atarlardı "gerçek" vurgusu ordan geliyo heralde- baronun çirkin köpeğiydi hani...
öyle bi hatırladım bugün...
çünkü bir-iki gündür bunun gibi pis pis ve de kıs kıs gülüyorum...
meğer kimsenin bilmediği bişey bilince öyle gülünüyomuş...

15 Ağustos 2007 Çarşamba

kedi merakı

bazı günler, ama nadiren, -ne kadar bilsem de ertesi gün yine berbat hissedeceğimi- saçma bi mutlu oluyorum...
mutludan ziyade -çünkü "mutluyum" demek iddialı bi laftır ve aslında "mutluluk" başlıbaşına büyüktür zaten...- umutlu oluveriyorum...

"bu kökünden kestiğin tırnakların uzayacak, ne var ki!" diyorum kendi kendime...
sonra, "bu t-shirt ne çok yakışıyormuş bana" diyorum, aynadaki aksime bakarken, "bak, saçların da uzadı zaten, hatta kabarıyorlar bile"...
doymak sarhoşluk etkisi yaratıyor... "ne yedik yahu!" diyip, karnımı sıvazlıyorum arkama yaslanırken...
"haftaya bugün..." başımı sola yatırıp hafifçe, tavana bakarken; "haftaya bugün, başka bi şehirde güneşleniyor ve 'chicago'ya ayaklarımla ritm tutuyor olacağım" diye düşünüyorum...
sonra, "bu merdiven yanlış çizilmiş yahu!" diye hayıflanıyorum, hemen geçiyor ama...
esniyorum keyifle, bi şarkıya eşlik ediyorum, nakaratını dahi bilmeden...

ofisten çıkarçıkmaz yeni gözlüklerimi takıyorum, koccamanlar...
tüh! dolmuşta da yer yok, e olsun...
ooooooo 5 dark alana bi bardak hediye, "olley!!"
bir miktar sudoku, bir adet scrubs ve bikaç telefon konuşması, biraz dedikodu, bir tatlı azar, öptüm, byby...
hiçbi sebebi yok bu günlerin, uyanılan sabahın dahi kendinden haberi olduğunu sanmıyorum. ama iyi, lazım dahası...

saat onikibuçuk, yatarım az sonra ve sabah nasıl uyanırım bilinmez...

ama hayat karamelli dondurma gibi şimdi, içinde kahve parçacıkları olan...

13 Ağustos 2007 Pazartesi

yastığımın yüzü...

"bi dilek tut!" dedim leyla'ya dün ortaköye giderken...
sonra kendim de tutmak istedim,
bulamadım...
bir dileğim olsun istedim, ihtimeliyle avunabileceğim...
bulamadım...
hep tuttuğum bi dilek vardı onu hatırlamak istedim,
hatırlayamadım...
hayatımın tastamam olduğunu düşünmek istedim,
inanamadım...

leyla da yetişemedi köprüye zaten, yürüdük gittik...
yedik, içtik, konuştuk...
bi dolu keyifsiz söz söyledim gene, bazen çok koyveriyorum kendimi...

döndük sonra,
"bu sefer unutma!" dedim leyla'ya, "dilek tut!"
ben de bişeyler istedim telaşla, çok öte bi zaman için, çok doneli bişey gelebildi ancak aklıma...
'yarın onu görmeyi' dileyebilirdim oysa...
ya da,
onu bir daha hiç görmemeyi...


yaşadığım an için zerre heycanım olmadığını, "bugün"e hiç inanmadığımı farkettim...
kötü bu...

ne çok severdim ben dilek tutmayı...
her kayan yıldızda...
şimdi,
başımı kaldırıp gökyüzüne bakmak dahi gelmiyor içimden...

7 Ağustos 2007 Salı

kaldırım serçesi

oturmaktan sıkılıyorum,
kalkıp yürümeye başlıyorum,
bu sefer de düz yolda yürümekten sıkılıp ilk sağa dönüyorum...
sağda ne var?
hiçbişey...
"nereye gidiyordum ki?!" diye soruyorum kendime...
unutmuşum...
hatırlamak neredeyse bir dakikamı alıyor.
ben nereye gittiğimi unutuyorum yürürken, hep onun yüzünden!
sonra yürümekten de sıkılıyorum,
"gitmeyiversem?!" diyorum kendime, "o gittiğim yere gitmeyiversem..."
gidiyorum ama...

ah madam,
tek kelimesini dahi anlamıyorum söylediklerinizin, ama içime işliyor sesiniz...

dinlediğim müzikler, kulağımda patlayan onca davul, bas ve flüt yetmiyor beni "iyi" etmeye, yediklerim, içtiğim rakılar, hatta yanında yediğim kavun bile...

göğüs kafesimde bi yer var, tam dördüncü kaburgaların kavuştuğu yer...
bazen, bir anda ve en olmadık zamanda, bomboş kalıveriyor altı ve aldığım hiçbir nefes işe yaramıyor...
epey acıyor canım, kirpik diplerime kadar hissediyorum...

zehrim dokunduğum herşeye bulaşıyor,
minicik bir saksı çiçeğini bile yaşatamıyorum...
daha kaç fesleğen öldürmem gerek?

30 Temmuz 2007 Pazartesi

monkey & bear *

but for now, just dance, darling,
c'mon, will you dance, my darling?
darling, there's a place for us,
can we go, before I turn to dust?

* joanna newsom / ys

25 Temmuz 2007 Çarşamba

ege

hayatta bağzı şeyler, bol zaytin yağıyla doldurulmuş bir kasenin içindeki zeytin gibi... asla çatal batmıyor, kayıyor sürekli... ve demek ki parmaklarımızı kaseye daldırıp, vıcık vıcık yağa bulaşmaya da değmiyorlar aslında...
çok saçma...

17 Temmuz 2007 Salı

sözlü

öylece duruyordum…
sırtımı duvara güvenle dayamış, düşüncelerim arasından birini seçemeden, sessizce, öylece duruyordum…
başım biraz sıkıştı mı, konuşulanlar canımı sıktı mı kapatırım kendimi tuvalete, işte tam da böyle bi an… söylenenleri düşünüyorum, anlam vermeye çalışıyorum kimisine… birden tırnağı kırılan ve ojesi kazınan işaret parmağıma takılıyor gözüm, bu kırmızılı eller onu getiriyor aklıma… aynadaki aksime bakıyorum, ayna eski ve sırı kazınmış, lekelerin arasından iyiden iyiye bedbaht görünüyor yüzüm, kötü bi fotoğraf gibi…
garip bir ses…
tuvalet penceresinden bir kuş giriyor içeri, cinsi ne? bilmem… hiç anlamam ki kuşlardan, yaprağına bakıp ağacın ne ağacı olduğunu da söyleyemem mesela, coğrafyam da kötüdür zaten ve ben “kötü”yümdür aslında…
neyse…
kuş, -diyelim ki güvercin- elime konuyor, irkilmiyor, şaşırmıyorum bile…
birkaç kelime bişeyler söylüyor hızla, tam anlamıyorum, “zaman”, “yeşil” ve “rüzgar” kelimeleri seçilebiliyor aradan… hiçbir anlamı yok ki bunların, anlamlı bir cümle bile oluşturamazlar…
minik gagasıyla işaret parmağımdaki kırmızılığı biraz da o kemiriyor, sırı kazınmış, eski aynadaki aksime bakıyorum… tam bu sırada “bir daha çıkma karşıma” diyip birden klozete dalıyor güvercin(!), kayboluyor…
öylece duruyorum…
sonra,
aynadaki aksime bakıyorum, “bir daha çıkma karşıma” diyorum ve hızla çıkıyorum, gürültüyle kapanıyor kapı ardımdan…


aracafe / haziransonu'07

mevsim etiği

ben baharı severim, her ikisini de... onlar da beni severler eksik olmasınlar... ama bu kaltak yazla anlaşamıyoruz... yine okudu canıma... çok sıkıldım... ne yastığımdan başımı kaldırmak, ne çalan telefonu açmak, ne de çalmayan telefonuma hayıflanmak istiyorum artık, onu düşünmek, kendime kızmak, bir başkasını özlemek ve daha başkasından kaçmak da istemiyorum... bi yerlere gitmek, bişeyler konuşmak, başka bişeyler dinlemek ve hatta daha fazla yazmak da istemiyorum...
yer yarılsa, ben o yarıktan içeri girsem ve o yer üzerime kapansa...
sıkıldımmmm!!

10 Temmuz 2007 Salı

i wish...

pervane ışığa aşıktı,
sonra ışık ölümü oldu...*


ada '07

6 Temmuz 2007 Cuma

insan türü

seni düşününce, kaval kemiğimi masanın destek yerine vurduğumdaki gibi acıyor canım, içime işliyor... delice küfrediyorum, bağırıp-çağırıyorum... sızı hafifliyor, zamanla geçiyor... ama şiddetine göre darbenin, bazen iz kalıyor... iyi bu, yara-bere içindeki bacaklarıma baktıkça seni hatırlıyorum ve "aynı hatayı tekrarlamayacağım" diyorum kendi kendime...

30 Haziran 2007 Cumartesi

metro

çok zor uyandım, gece de zor uyumuştum zaten. balkona çıktım ama dışarı bakmadım, hava çok sıcak, bir haziran sonu için fazla sıcak… dolabımın kapağını açtım, birkaç dakika rengarenk giysilerime baktım, beyaz t-shirtlerime takıldı gözüm, sonra beni ilk kez öptüğün gün giydiğim askılı bluzu giydim, altına da kot pantolon… kahve yaptım kendime ve fazla oyalanmadan çıktım evden, hızlı adımlarla yürüdüm, nefes almayı güçleştiriyordu güneş, “keşke hiç çıkmasaydım” diye geçirdim içimden aynı anda yolun karşısında pardösülü bir kadın gördüm, nasıl katlanıyorlar aklım almıyor.

sıradan bir gündü…

kapılar tam kapanırken attım kendimi trenin içine, bulduğum ilk boş yere ilişiverdim. nefesim düzene girince, “çok sıcak!” dedi yanımda oturan kadın, orta yaşlı, kemikli, bembeyaz bir yüzü vardı, üzerine yeşil bir gömlek giymişti. “evet” dedim yalnızca ve bu konuşma daha fazla uzamasın diye müzik çalarıma davrandım. telaşla; “ama bu mutsuz yüzün nedeni sıcak değil” dedi. şaşırdım, anlam veremedim ve biraz da öfkelendim, hiddetle baktım yüzüne, ama o yumuşacıktı, anlamsıca savunmaya geçtim; “mutsuz değilim ben!” dedim, bilgece güldü, “doğru” diye onayladı, “daha ziyade küskünsün…”. durağım olmadığı halde inmeyi düşündüm, ama insanım, merakıma yenik düştüm, “nasıl?!” diyebildim şaşkınlıkla, “çok mu üzüldün gerçekten?” diye sordu, cevap vermek için bir nefes aldım –ki aslında ne cevap vereceğimi bilmiyordum- araya girdi; “vazgeçmek için çok gençsin” dedi. “ama…” diyecek oldum, kesti sözümü, “çığlığını duyuyorum…”.

sonra çantasına gitti eli, “çok sıcak” diye sıkıştırdı araya ve krem rengi deri çantasından bir misket çıkardı, içindeki renk dalgası maviydi, elimi tutup avucumun içine yerleştirdi misketi, “yut bunu” dedi, “misketi?!” diyebildim şüpheyle, “evet, yaralarına iyi gelir” diye cevap verdi, ta içine baktım ela gözlerinin, çok anlamsızdı her şey ve ben korkmaya başlamıştım, bunu fark edince dudaklarını araladı ve ismini fısıldadı, senin ismini.

evirip çeviriyordum misketi, “hadi yut” dedi, “ama bol su iç üstüne, ben çok zor ilaç yutarım, biliyor musun” diye de ekledi. şaşkındım, çok saçma ama, “ben kolay yutarım, gerek yok” diyiverdim ve inanması güç olsa da, misketi, mavi misketi yuttum, şimdi olsa ne yaparım bilemiyorum. sağ eliyle sol dizime vurdu tasdik ederek, tekrar açtı çantasını, bu sefer minik bir şişe çıkardı, “likör?” diye sordu, “acıbadem”, ben de çantamdan termosumu çıkarıp, “bende de kahve var” dedim “sıcak”, “harika” dedi.

tam iki durak önce inmem gerekirdi, geç kaldım…

haziran '07

29 Haziran 2007 Cuma

n.k.

stabilo pen 68/33le yazıyorum, yeşil...
ojelerim de pembe, onların da bir numarası var elbette...
çok yakışıyorlar birbirlerine, yazmak istiyorum hep...
adını yazmak istiyorum her sayfanın sağ alt köşesine...
ama kalemler biter, ojeler çıkar...
sana gelince;
sen zaten hiç olmadın...

27 Haziran 2007 Çarşamba

nedir?!

hani telefonda biri bağlanırken mal gibi bekleriz ya, salak bi müzik çalar, elimizdeki kalemle saçma karalamalar yaparız... hayatta boşa harcanmış boş anlardan biri, yalnızca bekleme anı...


ben,
işte tam bu haldeyim...
bekliyorum...


neyi, ne zamana kadar beklediğimi bilmeden...
hep aynı melodiyi dinliyorum,
durmadan daireler çiziyorum boş kağıtlara, arada saçma sapan şeyler yazıyorum...


bekliyorum...


bazen bırakıyorum ahizeyi elimden, bi bardak su alıyorum, yüreğim pır pır koşarak geliyorum, ya ses veren olduysa diye, sonra yine o melodiyle karşı karşıya kalıyorum...

bekliyorum yine,

suyum bitiyor,

müzik başa dönüyor,

canım sıkılıyor,

karnım acıkıyor,

saçlarım uzuyor,

yaşım ilerliyor,

umudum tükeniyor...

.
neyse o artık,
bekliyorum ben...

25 Haziran 2007 Pazartesi

nerde?!

evlendi...
benim, ablam evlendi...
dünyanın en bitane ablası, en güzel, en mutlu gelin oldu...

kıpkırmızı burnumun ucu, biliyorum ki sinsi sinsi koynuna giremiyeceğim artık o uyurken, "gitme bence, gitmesen olmaz mıııııııııııııııı" diye naz yapamayacağım ve kimbilir birdaha ne zaman bir battaniyenin altına girip selvi boylum al yazmalımın repliklerini onlarla bir söyleyeceğiz...
daha yapılacak bi dolu şey var, evet, ama çoğu şebekliğimizin tedavülden kaldırıldığı da hüzünlü bi gerçek...


ona mutluluk çok yakışıyor ve ben kendi tanrıma yalvarıyorum, dünyasından payıma düşen güzelliklerin tümünü ona vermesi için, daha çok hakettiğine hiç şüphem yok!


şimdi, annesine "esya", babasına "muyat" diyecek minicik "bişey"in hayaliyle yaşıyorum, bi de oğlan olursa tadından yenmez...
deli gibi şımartıcam onu, aynı günde hem gazoz iççek hem dondurma yiicek, sonra küfretmeyi benden öğrenmeli...
evden kaçıp kaçıp bana gelen bi hayta... teyzesinin bitanesi...

daha var diyor ablam, "yıllar" diyor...
sabırsızlanıyorum...
.
evlendi....

22 Haziran 2007 Cuma

sherlock

bir koku…

keskin değil ama hafif hiç değil, çarpıcı biraz… ne çiçek kokusu gibi hülyalı, ne de kavun kokusu gibi tatlı, ekmek kokusu gibi daha çok, herkesin seveceği, peşine düşeceği cinsten.

nereye gitsem benimle, zaman zaman hafifliyor, izini sürünce yok oluyor. denize yaklaştıkça artıyor, ne zaman o şarkıyı dinlesem şiddetleniyor. düşündüğüm her güzel şeyde biraz daha siniyor üzerime, bana da yakışıyor hani…

kim bilir,
belki “o”nun kokusudur?!


sinsisin “o”, oyunbazsın,
hoşuma gitti!

20 Haziran 2007 Çarşamba

gitmem gerek

giyindiğim bütün durumları terk etmek istiyorum…
hiç değilse bir süre…


mesleğimi, işimi askıya almak istiyorum mesela,


şu şehr-i istanbuldan uzaklaşmak istiyorum, bambaşka bi şehirde, o şehrin bi kasabasında, bi yabancı olsam ve bilsem ki, hangi köşeyi dönersem döneyim asla bi tanıdık çıkmayacak karşıma… yüzüm niye asık, gözlerim niye dalıyor denize bakarken hep, bilmese kimse, iyiymiş gibi davranmasam ve kibar yalanlar söylemek zorunda kalmasam…


annemin kızı olmasam bi zaman, tasalanmasa artık, üzülmese, iyi olup dönsem, o da mutlu olsa… (ananemin torunu kalmak istiyorum ama, orası bambaşka bi bölge, beyaz ve puf puf…)


bu huzursuz haller iyi değil, sarı bi kutuya koyup, denize atsam…


boş ellerime dalıyor gözlerim bu aralar sık sık, yalnızlığa alıştım, çok kötü bu, vazgeçmek istemiyorum çünkü artık, tüm alışkanlıklarım erisin, alışılmadık şeyler olsun bi süre, “haberli” sürprizler olsun…


ezberlerimi unutsam, öyle ki aynı hatalara tekrar düşsem…


“olgun” olmak düşüyor kimi zaman payıma, sevmiyorum, olgun olmadığım, sorumluluklarımın olmadığı, saçmalamalarıma katlanabildiğim, siyah üzerine lacivert giyebildiğim, uykusuzluk çekmediğim, kıkırdayıp durduğum bir “diyar” hayal ediyorum, tek bi anahtarla tüm kapıları açılan, kupakızıyla papazının konuştuğu, bastonlu bir tavşanın saray giysileri giydiği bir diyar…


bilmem anlatabildim mi?!

18 Haziran 2007 Pazartesi

geveze

iç sesim susalı çok oldu, duygusal olan...

ama bi de zihnimin onlarca sesi var benim, ki bunlar kafamın içinde dolaşan sadist, sevimsiz cüceler tarafından seslendirilir ve ağızları hiç hayra açılmaz... bir süredir -birkaç oyunbozan dışında- onlar da kayboldu.

saklanmış olmalılar beynimin kıvrımlarına, bi pislik peşindeler, kesin!

hiç bu kadar sessiz oldum mu hatırlamıyorum ama korkuyorum.
huzurlu bi sukunet değil benim ki, garip bi suskunluk...
garip...

dış sesime gelince...
hah!
hiç lafın azına gitmiyor dilim...

14 Haziran 2007 Perşembe

the end*

ama nasıl seksi bi sesi var şu jim morrison'ın, keza kendisi de...
niye yok ki artık bunlardan?!
justin timberlake'e seksi denilen bi zamanda yaşıyoruz, çok yazık...
müzik konusuna hiç girmiyorum...
nasıl çocuk doğurcaz biz bu dünyaya ya!

hmm o halde, sabahtan beri söylüyoruz, bir kez daha tekrarlıyalım;
love me two times, girl

one for tomorrow,
one just for today.
love me two times,
Im goin away...

12 Haziran 2007 Salı

bir tespit, bir dilek, bir merak, bir öneri, bir de hayıflanma

ne güzel şey şu fesleğen...
elini fıtı fıtı sürersin kokar miss gibi, ohh...

hadi, "o" bana fesleğen alsın...

o'na "o" demek çok hoşuma gidiyor, bakalım onun da hoşuna gidecekmi...

cem adrian, yağmur, "repeat"

haziranınonikisi oldu...

5 Haziran 2007 Salı

shabit

yağmur yağıyor, yaz yağmuru...
dışarda olmak istiyorum, ama benim ucundan bulaştığım, benim dışımdaki durumlar nedeniyle ben istediğim gibi dışarda olamıyorum... ben bana kıl oluyorum şimdi!!
bugün evde bi kahve makinası buldum, komik ve sevinçli bi durum...
çok kahve içiyorum, ne kadar olduğunu söylemeye utanacak kadar çok...
yağmur şahane, onu getiriyor aklıma, ama bugün onu düşünmek de şahane...
çok yorgunum... her anlamda... tatil istiyorum, rahat bi divana uzanıp, türk filmi izlemek, izlerken uyuyakalmak istiyorum...
böyle gazeteli, sohbetli bi kahvaltı istiyorum bide, bi balkonda, pijamalarımla...
çok sıkıldım sürdürdüğüm yaşamdan, yoruldum da çok...
yağmur da yağıyor...

1 Haziran 2007 Cuma

oyh!

ee mayıs da bitti!
şimdi?!
.
haziranda depresyona girceksin demişti bilge, korkuyorum...

30 Mayıs 2007 Çarşamba

düğün

ayaklarımız çıplak, yemyeşil bi çimene basıyoruz…

beyazlar giymişiz, keten bi tunik var onun üstünde…

elmacık kemikleri çıkık, pembeleşmiş yanakları güneşten…

yüzümü ne yana çevirsem sevdiğim bi insanı görüyorum, tatlı bi müzik çalıyor ve minik minik dans ediyoruz -ben minik dans etmeyi çok severim- hava kararana kadar salınıyoruz, bitkin düşene kadar…

saçlarımın arasına papatyalardan bi taç iliştirmişim ve rüzgar bi kısmını alıp götürmüş…

anlamsızca gülüyoruz ve seviyoruz birbirimizi hiç şüphe duymadan…

şerefimize kadeh kaldırılmış ve hevesle alınmış ilk yudumlar…

sonra alkışlar ve kahkahalar arasında öpüyor o beni…

minik elimi çenesine koyuyorum…

seviyorum onu…


bu öznesi kayıp bi hayal evet ve ihmal ettikçe uçuyor zihnimden, oysa şimdiki zamanda iyi-kötü “var” olabilmek için, bir gelecek zamanı umut etmem gerek…

28 Mayıs 2007 Pazartesi

dellenirim...

burdan,
sayın turkcell'e,
onun bi küçüğü gençturkcell'e,
numaramı nerden bulduğunu bir türlü anlayamadığım sayın beşiktaş belediye başkanına,
kartımı iptal ettirmeme rağmen beni asla habersiz bırakmayan citibanka,
ve son olarak,
derya bilmemne ile ilgili tüm abonelik bilgilerini bana yollayan digiturke sesleniyorum;
mesaj atmayın!!
yalnız insana sms atılmaz, yüreği ağızına getirilmez, duygularıyla oynanmaz, benim tepemin tası attırılmaz!
yapılmaz!
insanlığa sığmaz!
ayıp...

16 Mayıs 2007 Çarşamba

-maz mı?

bi hamak…
nazlı nazlı salınsın…
rüzgar da esebilir…
ama minik, üşütmesin…
“çıt” çıkmasın, yaprak sesi olabilir…
su sesi de…
hatta suda bi yansıma…
yanaklarım pembe pembe olsun şaraptan…
göz kapaklarım düşsün, tatlı bi sarhoşluk…
sonra ılık bi esinti çiçek kokuları getirsin,
nergisle şebboy…
hatta üstüme, ellerime, saçlarıma sinsin…
sonra ayak sesleri, bi ahşap gıcırdasın…
uykum olsun…
ama hayat öyle güzel olsun ki, uyumak istemiyim…
bir hamak, çok bişey değil…

15 Mayıs 2007 Salı

bana bakma...

gidilen, gezilen onca yer...
görülen, konuşulan o kadar insan...
sinemalar, müzikler, danslar...
atılan büyük büyük kahkahalar...
mutlu olma sanrıları...
vs. vs. vs.
hepsi irili ufaklı sabun köpükleri,
göz kamaştırıcı, eğlenceli,
ama,
uçucu, geçici...
...
puffh...
...
gitti...
...
keyfim yok yine...
"hayırdır" diyesim geliyor,
diyesimi gönderiyorum,
hayır olmadığını biliyorum...
susuyorum...

4 Mayıs 2007 Cuma

revolver

yıllardır dinlemiyodum kumdan kaleleri...
kasetini eco almıştı bana...
eco eski bir dost...
yine yıllardır görmem eco'yu...
ama hep aynı dozda severim, şimdi görsem boynuna atlarım...
eco küçük bi adamdır, saçları nazım hikmete benzer, kahveyi de şarabı da benim gibi sever...
bir iki kere rastladım, telefon numarası değişmiş, aldım, o da benimkini...
aramadık ama birbirimizi...
eco benim bu dünyada gücümün yettiği tek adamdır, elleri benimkiler kadardır...
eco eski bir dost...
şimdi kimbilir nerde, neler yapmaktadır...

3 Mayıs 2007 Perşembe

küserim...

anlamlı pek bişey yazmadım ne zamandır...
küçük defterimde de ciddi bir kızıl eksikliği var zaten...
dedim ya kelimelerle aram pek iyi değil bu aralar, köşe kapmaca oynuyoruz...
iki gün önce bişey farkettim, birileriyle konuşurken, sırf konu benim nasıl olduğuma gelmesin diye lafı dolandırıp duruyorum, anlamsız bi dolu şey söylüyorum...
nasıl olduğum hakkında konuşmak istemiyorum...
kötüyüm demek pek iyi değildir çünkü...
...
sonra bide, kapalı mekanlar iyi değildir... hava gibi düşünceler de kapalı, kısılı kalır...
açık hava süperdir... herşey balon gibi yükselip, yok olur...
...
bahar iyidir...
hatta aşık bile olunabilir...
ama aşık olmak kötüdür, tehlikelidir...
...
acıkmak iyidir... sağlık belirtisidir...
hiç acıkmamak, mütemadi mide bulantısı kötüdür... depresyon belirtisidir...
...
gülmek iyidir... güldükçe gülesi gelir insanın...
gülememek kötüdür...
yalandan gülmek çok ayıptır...
...
aileler iyidir... arada bir düşünmek,aramak gerekir...
bir gün olmayacaklarını farketmek kötüdür... bu fikri savuşturmak gerekir...
...
dedeler süpperdir... zaman zaman hatırlamak iyidir...
gazetelerini okurken uyuyakalır dedeler...
dedeler süperdir...
...
müzik iyidir... ama bazen ağlatır...
ağlamak sanıldığının aksine kötüdür... ağlamak ağlamak getirir...
...
çalışmak iyidir... insan çalışmazsa düşünür...
düşünmek kötüdür... delirtir...
...
birini sevmek iyidir... insan içinin gitgide temizlendiğini hisseder...
ama unutmayı bilmek gerekir...
unutamamak kötüdür...
...
konuşmak iyidir...
susmak alışkanlık yapabilir...
susmak kötüdür...

[zaman]

ah istoş!
öyle güzelsin ki, nasıl bırakıp gidicem
seni,

bilmiyorum...

25 Nisan 2007 Çarşamba

space'e bas!

______________________y_e_r_____ daralınca_, _____________biraz ._._.______
_________________________ _________
______ n_e_f_e_s__________ alacak yer olmuyor
_________________bazen ,________________
_____________________________öyleyse ________________d_a_h_a _____ çok!!
____________________________________________________________________
sonra __bitince ____yine,____ ______________________
____________________________________________arada bir ____hep __böyle_;____
_____________"b__o__ş__l__u__k"__________
__________________________________yaratmak lazım__________
________________________
_____k__ e __n__ d __i __n __e__ . __. __. __

24 Nisan 2007 Salı

kaçak güreş

pek konuşmuyorum bu aralar, yazmıyorum da...
kelimeler öyle tek başlarına salınsınlar istiyorum, birbirlerine çelme takmasınlar, yan yana durup yeni anlamlara özenmesinler...
"cümle" de neymiş?!
öylece dursunlar,
yalın...

daha fazla "yeni"ye tahammülüm yok!!
"değişiklik"?
belki...

19 Nisan 2007 Perşembe

bitmemiş tango*

solgun efendim
ayılttınız hayattan beni
yalnız bir kızdım
öksüz yıldızdım
çarpıp gittiniz
hala aralık kapım karanlığa
dalgın efendim
dargın efendim

yansaydık ah keşke daha ilk adımda
keşke ölüme değil aşka inansaydık
eşlik edecektiniz tek kişilik dansıma
terinizi sildiğim mendil kaldı sizden bana

mızıkçılık ettiniz yarim erken
kaçıp gittiniz heyhat!
size kırgınım hala lakin
yokluğunuzda çok zor hayat...

*sezen aksu

14 Nisan 2007 Cumartesi

küçük şeyler...

boynuma çarpan bu güneş…
hemen peşinden esen bu rüzgar…
benim ona teslimiyetim…
ve silinen hafızam…
sonra bahar,

ki mevsimlerin en güzeli…
bi de ortaköy…
kahvaltım…
içtiğim şu kahve…
elimi boyayan gazete…
zihnimin dinginliği…
ve benim rotası şaşmış bağlamım…
sonra kulağımdaki umutlu kadın sesi…
onun düzgün türkçesi…
aldığım nefes…
o nefesin derinliği...

...
ve nihayet emekleyen huzurum…

11 Nisan 2007 Çarşamba

4 Nisan 2007 Çarşamba

[ ___ ]

bambaşka şeyler yazmam gerekiyo şu an, hiç istemediğim, inanmadığım, sıkıcı şeyler…
üff!!
bomboş içim, bikaç gündür de keyifsizim çok…
sürekli başka bi şehirde olmak var aklımda, hangi şehir bilmiyorum, “başka”, tek veri bu!
enerjim yok, giderek de azalıyo, minik defterime yapmam gerekenleri yazıyorum, onlar arttıkça gücüm tükeniyor…
aynı minik deftere, “komik komik şeyler silsilesi insan olmak…” yazmışım, afferim bana, iyi demişim…
üff!!
bazı günler bişeyler oluyo, keyifleniyorum yersiz, böyle, bi kustirica filmine düşüyorum, neşeli neşeli müzikler çalıyor içimde…
sonra, saçma bi anda düşüyo omuzlarım, yürüyüşüm yavaşlıyo…
tonla his koşturuyo içimde, bi dolusu ama… hiçbiri, hiçbir duygu yakışmıyo o anıma, öyle duygusuz kalakalıyorum, bomboş…
bazen de, bişeyler geliyo aklıma ya da birilerini görüyorum, kederleniyorum… işte böyle zamanlarda da hüzünlü bi keman solo çalıyo içimde, nası anlatsam, hani sertab erenerin “yara”sı var ya, küçük iskenderin sözleri, onun ikinci bölümünde bi keman solo var… işte o… dönüyo da dönüyo…

bi adaçayı yaptım az önce kendime, başım ağrıyo biraz…
bomboş aklım…
“please discuss…”la başlıyor cevaplamam gereken sorular, sahtekarlar!!
zihnimi bunlarla doldurmak suç olmalı, şu akademisyen kılıklılara manevi tazminat davası açmak istiyorum!
huysuzum…
pek çok durum değiştiriyorum, bu körolası huysuzluk yapıştı, gitmiyo…
üff!!

“başka”
“yara”
“please”
“boş”
“bomboş!!”

bunlar hep boş lakırdılar…

2 Nisan 2007 Pazartesi

mi?













c a n ı...y a n a n l a r,
y a k ı l a n l a r
y a ..d a
s u i s t i m a l. ..e d i l e n l e r,
t a n ı r l a r... b i r b i r l e r i n i,
i y i l i ğ i n i,
i y i ..n i y e t i n i
s a k l a m a k ..z o r u n d a ..b ı r a k ı l a n l a r . . .
...........

v e
e m i n ..o l m a k. ..i ç i n,
t a... i ç i n e ...b a k a r l a r ..g ö z l e r i n i n . . .

26 Mart 2007 Pazartesi

23 Mart 2007 Cuma

bilmedim, bilmem...

ben şimdi göz kapaklarımı aralasam, bi sağa baksam, bi sola baksam ne farkeder, bişeyler görsem, beğensem ya da nefret etsem kaç yazar?!

burnumdan kocaman bi nefes alsam, kanım dolaşsa bedenimde, sonra kirlenmiş soluğumu bi seferde versem ne olur, vermesem ne olur?!

ağzımı açıp iki kelam etsem, bi soru sorsam, bi başkasını cevaplayamasam, sonra pişman olup yeniden sussam, kim umursar?!

elimi kaldırıp saçımı düzeltsem, sonra çayımdan bi yudum daha içsem, telefona uzanıp onu arasam, sonra çalmadan kapasam, kimin haberi olur?!

ben şimdi, şu an unutsam tüm bildiklerimi, bozsam ezberimi, yabancısı olsam bütün tanıdıklarımın ve bulamasam evimin yolunu dahi, kim yardım eder?

bi sabah uyanmasam, ya da uyansam da kalkmasam yatağımdan ve hiç bigün kalkmasam hatta, hep kapasam gözlerimi, üst komşunun ayak seslerini duysam yalnızca, güneş bilmem kaç kere batsa ama her seferinde biraz daha az doğsa, zaman erise, dakika olmasa, saat, gün olmasa ve bir anda herşey bitse, tuttuğum o "tek" dilek gerçek olsa...

kaç yazar?!

bu saatten sonra kaç yazar?!


21 Mart 2007 Çarşamba

saatlerimizi "mış" kadar geri alıyoruz...

üff!
çok hastalıklı bişey bu içimdeki huzursuzluk...

hep unuttuğum bişerler varmış gibi...
söyleyeceği lafı, soracağı soruyu unutmuş gibi,
verilmiş bi sözü, gidilecek biyerleri,
alınacak bir eksiği, kıymetli bi tembihi unutmuş gibi,
bi doğum gününü atlamış,
hep biyerlere yetişecekmiş,
ama hiç yetişemezmiş gibi...

her zaman "mış" gibi...

zihnimde dolanan bi kurt, bildiklerimi yiyip bitiriyormuş gibi,
ya da aslında hiç bilmemişim gibi...
hep acelem varmış, o giden son otobüsmüş, her an sular kesilecekmiş gibi...
bu söylediklerim edeceğim son sözlermiş, edilecek başka laf kalmayacakmış gibi...
tüm sözler ağzımdan kaçıvermiş gibi...

onu unutmuş,
ama daha çok unutulmuş gibi...
yeteri kadar sevememiş ve yanlışlıkla sevilmiş gibi...

yaşarmış gibi...

gibi...

19 Mart 2007 Pazartesi

tanımaz...


biri seni anlamıyorsa, bu iyi değil...

yanlış anlıyorsa kötü...

hele sen de onu yanlış anlıyorsan,

işte bu .k o r k u n ç . . .
.

12 Mart 2007 Pazartesi

quoted

...........
neden ağlıyosun?

ağlamıyorum…

e görüyorum… nooldu?

televizyona ağlıyorum…

e reklam o…

olsun ağlıyorum ben…

neyin var?

yok bişey…

nooldu sana? nooldu benim neşeli kızıma?

bilmiyorum anne! şiddetle bilmiyorum!

bi problem mi var?

yok!

iş mi?

hayır…

okulda, evde?

ı-ıh…

ağlama artık kızım, lütfen…

tutamıyorum anne, başlayınca duramıyorum…

ne üzüyo seni bu kadar? kim?

bilmiyorum…
...........çok mutsuzum anne, huzursuzum…

neden?

bilmiyorum anne…

yeter ama içim parça parça oluyo sen ağladıkça…

tamam anne, geçer şimdi…
..........e ağlama, sen niye ağlıyosun?



ağlama artık!

peki anne…
..........sen de ağlama…

...........

7 Mart 2007 Çarşamba

devil wears...

bazen insanlar başkalarının ahlak anlayışlarını tenkit etme hakkı görüyorlar kendilerinde, o zaman deliriyorum, meşhur bombalarımdan birer tane bırakıp ceplerine kaçmak istiyorum…
ayıp mı?
umurumda bile değil…

seçim yapmaya zorlandığımda ya da kararlarım kritize edildiğinde öfkeden kuduruyorum… bi de boş konuşunca birileri çok sinirleniyorum, kendim hep dolu konuştuğumdan mı, hayır! ama dayanamıyorum…
bencilik mi?
umurumda bile değil…

bu sezon ayıp moda buralarda, bencillik moda… aslında geçen bahar modaydı, ondan öncekinde de, daha öncekinde de…
demode miyim?
umurumda bile değil…

moda “kendine yakışan” olamıyor her zaman
fazla seçenek kalmıyor…
saçma mı?
umurumda bile değil…

sinirliyim…
ayıbım…
bencilim…
demodeyim…
saçmayım…
ama,
iyiyim…

5 Mart 2007 Pazartesi

[cevap: 0+0=0]

bir insanın “eder”i nasıl ölçülür?
birilerine “ona değmez!” demek için kaç kalp kırıklığı gerekir?
herhangi bi kitabın, herhangi bi cümlesi en fazla kaç kez okunabilir?

etim ağır geliyor çok, zayıf kemiklerim tartmıyor,
kolum kalkmıyor…
yaşamaya üşeniyorum desem abartmış olmam…

asfaltın hafızası var mıdır?
insan bazen şahit arıyor, bigün yollar da dile gelir mi?

otobüs camından bakarken aynı yolda, başka bi mevsimde, yürürken konuştuklarımızı hatırladım, harfiyen… atkıma düşen her damlada biraz daha ısırdı dudağını adını bilmediğim o teyze… sonra içi kaldırmadı herhalde kaçırdı bakışlarını benden…
ben de dayanamam başkasını ağlarken görmeye…

mutsuz olmadan önce, o mutsuzluğu birilerine onaylatmak şart mıdır?
büyümek hissizleşmek midir, yoksa sadece onları saklayacak daha iyi yerler bulmak mıdır?
ve bu büyümek hiç bitmez mi?

birilerine sözler veriyorum, en çok da kendime… tutamadıklarım çokça, en çok da kendiminkiler… tutulmamış sözlerimi, söylenmiş, unutulmuş hatta söylenmemiş, söylenememiş sözlerimi bırakıp burada, gitmek istiyorum…
ve yeni sözler vermemeye söz veriyorum…

bir soru en çok kaç kez sorulur?
o soru kaç kez cevapsız bırakılır?
ve bu soru insanın canını daha ne kadar yakabilir?

bitmiyor…