30 Haziran 2007 Cumartesi

metro

çok zor uyandım, gece de zor uyumuştum zaten. balkona çıktım ama dışarı bakmadım, hava çok sıcak, bir haziran sonu için fazla sıcak… dolabımın kapağını açtım, birkaç dakika rengarenk giysilerime baktım, beyaz t-shirtlerime takıldı gözüm, sonra beni ilk kez öptüğün gün giydiğim askılı bluzu giydim, altına da kot pantolon… kahve yaptım kendime ve fazla oyalanmadan çıktım evden, hızlı adımlarla yürüdüm, nefes almayı güçleştiriyordu güneş, “keşke hiç çıkmasaydım” diye geçirdim içimden aynı anda yolun karşısında pardösülü bir kadın gördüm, nasıl katlanıyorlar aklım almıyor.

sıradan bir gündü…

kapılar tam kapanırken attım kendimi trenin içine, bulduğum ilk boş yere ilişiverdim. nefesim düzene girince, “çok sıcak!” dedi yanımda oturan kadın, orta yaşlı, kemikli, bembeyaz bir yüzü vardı, üzerine yeşil bir gömlek giymişti. “evet” dedim yalnızca ve bu konuşma daha fazla uzamasın diye müzik çalarıma davrandım. telaşla; “ama bu mutsuz yüzün nedeni sıcak değil” dedi. şaşırdım, anlam veremedim ve biraz da öfkelendim, hiddetle baktım yüzüne, ama o yumuşacıktı, anlamsıca savunmaya geçtim; “mutsuz değilim ben!” dedim, bilgece güldü, “doğru” diye onayladı, “daha ziyade küskünsün…”. durağım olmadığı halde inmeyi düşündüm, ama insanım, merakıma yenik düştüm, “nasıl?!” diyebildim şaşkınlıkla, “çok mu üzüldün gerçekten?” diye sordu, cevap vermek için bir nefes aldım –ki aslında ne cevap vereceğimi bilmiyordum- araya girdi; “vazgeçmek için çok gençsin” dedi. “ama…” diyecek oldum, kesti sözümü, “çığlığını duyuyorum…”.

sonra çantasına gitti eli, “çok sıcak” diye sıkıştırdı araya ve krem rengi deri çantasından bir misket çıkardı, içindeki renk dalgası maviydi, elimi tutup avucumun içine yerleştirdi misketi, “yut bunu” dedi, “misketi?!” diyebildim şüpheyle, “evet, yaralarına iyi gelir” diye cevap verdi, ta içine baktım ela gözlerinin, çok anlamsızdı her şey ve ben korkmaya başlamıştım, bunu fark edince dudaklarını araladı ve ismini fısıldadı, senin ismini.

evirip çeviriyordum misketi, “hadi yut” dedi, “ama bol su iç üstüne, ben çok zor ilaç yutarım, biliyor musun” diye de ekledi. şaşkındım, çok saçma ama, “ben kolay yutarım, gerek yok” diyiverdim ve inanması güç olsa da, misketi, mavi misketi yuttum, şimdi olsa ne yaparım bilemiyorum. sağ eliyle sol dizime vurdu tasdik ederek, tekrar açtı çantasını, bu sefer minik bir şişe çıkardı, “likör?” diye sordu, “acıbadem”, ben de çantamdan termosumu çıkarıp, “bende de kahve var” dedim “sıcak”, “harika” dedi.

tam iki durak önce inmem gerekirdi, geç kaldım…

haziran '07

1 yorum:

b dedi ki...

bilyeye uşakta cız derler..cız etti içim...ama yutuluyo işte...naparsın.