22 Aralık 2006 Cuma

dil

soğuk…
çok karanlık ortalık, sanırım yerler de ıslak…
üstüm başım yapış yapış…
yavaşça soruyorum;
-kimse yok mu?
cevap yok…
bi kez daha, yüksek sesle;
-kimse yok mu?
mu… mu… mu…. muuu…
içersi o kadar boş ki!
çok üşüyorum, içim üşüyor…
içimde içim üşüyor…
karanlığa alıştı gözlerim, ayağa kalktım, tutunacak hiçbir şey yok, üstelik zemin kaygan.
balçık gibi, yürüdükçe garip bir ses yankılanıyor.
biraz ilerleyip duruyorum, kulak kesiliyorum, nefesimden başka ses yok.
yürümeye devam ediyorum, sanırım bir yokuş çıkıyorum.
yoruldum, çok da soğuk…
bu kadar dinlenmek yeter, tırmanmaya devam ediyorum, göz kırpan bi ışık var yokuşun sonunda, herhangi bi ritmi yok, gelişi güzel yanıp sönüyor…
heyecanlanıyorum, hızlanıyorum…
şimdi bi düzlükteyim, geniş sayılmaz, stabil de değil, hareketli bi zemin…
ışık yukarı aşağı açılıp kapanan bir kapıdan sızıyor, kapakta da yer yer yarıklar var…
önce zemin sallanıyor, sonra kapı açılıyor, sonra da bir ses geliyor…
korkudan damağım kurudu, ama geri dönmek de istemiyorum…
ses tanıdık, bir insan sesi sanırım ama söylediklerini anlayamıyorum.
sonra birden açılan kapıdan dışarısını görüyorum, tanıdığımı sandığım birilerini, yalnız çok büyükler, bana göre çok büyük…
kapıya doğru yönelecek oluyorum, yer yine sallanıyor.
düştüm…
yardım istemeyi denedim, bağırdım, ağladım…
sonra çaresizlikle sustum. zemin tekrar sarsılıyor, kapı açılıyor ve yine o ses… ama bu sefer sesi tanıdım; kendi sesim! ağzımın içinde oturmuş kendimi dinlemeye koyuluyorum.
anlamsız bi dolu şey söylüyor(m), hatta kimisi yalan, bide üstüne yalandan bi kahkaha atıyor(um), birkaç ses de eşlik ediyor…
içimden kendimi dinliyorum…
içimden içime, kendime bakıyorum…
dışarısı bu kadar kalabalıkken, ben(!) içerde nasıl bu kadar yalnızım?
üff! leş gibi de soğuk!
içimde içim üşüyor…

Hiç yorum yok: