30 Ekim 2006 Pazartesi

fotofinish

“kangroove” yirmi ekimde “balans”ta sezonu açtı, ben de tesadüfen ordaydm, iyi ki de gitmişim, pek bi şahanelerdi, coştular resmen, klavyecileri can çankaya dönmüş askerden, daha önce dinlemeyen varsa şiddetle tavsiye edilir, çok tatlı bi deliliği var. alpçim, canım tabii ki muhteşemdi, uykusuzluktan geberiyodum ama solosunu dinlemeden çıkamadım. bi de beyanda bulundular ki son kez cover çalmışlar, bundan sonra kangroove besteleri çalcaklarmış, geçmiş olsun mu desem, hayırlı olsun mu desem bilemedim, elçiye zeval olmaz. zaman gösterecek…
aynı gün, konserden önce “iklimler”i izledim, iki kelam da ona… (eylemler arasındaki farka hiç girmiyorum) “nbc şööle iyi yönetmen, film art arada muhteşem fotoğraf kareleriyle bezenmiş ama keşke kendi oynamasaymış, o sevişme sahnesi gereklimiymiş” gibi konulara girmeden, ne hissettim, onu söyliicem. önce bi sinirlendim, aman dedim, bu mudur bunca zaman beklediğim, ödül mödül alan film, oyh dedim, üff dedim… sonraaa… kış geldi, ağrıya taşındık, kar inanılmazdı, minibüsün içindeki sahne daha inanılmazdı, çok gerçekti, kadının naifliği, adamın şuursuz sahtekarlığı… ama, baharın otel odasında, camın önünde bir bakışı var… (anlatsam da faydası olmaz, izlemek gerek) o anda resmen yordu film beni, o kadar çok şey kaçıp gidiyor ki elimizden söylemediklerimiz yüzünden, üstelik söylediğimizi, en azından belli ettiğimizi sanıyoruz, gitmekle, kalmakla, susmakla ya da bakmakla anlatabildiğimizi düşünüyoruz zihnimizdekileri. ama öyle değil işte! sonra “vay ben elimden geleni yaptım, demek ki olmayacak” diyip, kaçıyoruz. karşılıklı olarak sürekli bu haltı yiyince de havada asılı kalmış bir dolu söz ve yaşanamamış tonla mutluluk ortada cirit atıyor… sonra, arsızca mutluluğu bulamadığımızdan, hayatın berbatlığından dem vuruyoruz. valla az bile! çünkü hayat bize tüm imkanları sunuyor, kendi şansımızı kendimiz kaçırıyor ve hatta görmezden geliyoruz. doğanın kanunu mudur nedir!?
de, asıl söyleyeceğim bunlar değildi, o gece (ne bereketli günmüş yaw!) ayaklarım ve gözlerim feryat figan edince, dayanamayıp konserden çıktım, hızlı hızlı meydana doğru yürüyordum kiiiii, tatlı bir trompet sesiyle yavaşladı adımlarım. ben bu yaz tanıştım kendisiyle, daha çok “tünel”e doğru görünüyordu, bu sefer “atlas”ın oralarda çıktı karşıma. öyle güzel ki, gecenin, beyoğlunun ortasında öyle başka bişey ki, sanki mouseda kalmış da, yanlışlıkla paste edilmiş gibi… minik bir teşekkür hediyesi attım kutuya, hayat aktı, ben yürüdüm, trompetin sesi meydana doğru giderek azaldı, hüzünle mutluluk at başı gitti içimde…

Hiç yorum yok: