1 Nisan 2010 Perşembe

tuz

ne pis dayak yedik biz ya!
yüzündeki ezikleri, yarılan kaşını, içine dolan kandan açamadığın sol gözünü gördüğümde acım yer değiştirmişti. kalbimin şişerken çıkardığı sesten kulaklarım sağır oldu.. gözümden yaşlar aktıkça yaralarım daha da yanıyor, ızdırabım arttıkça daha çok ağlıyordum. daha çok tuz, daha çok acı, daha çok gözyaşı..
bizi böylesi hırpalayanları sen görmedin, bense gördüğüm adamları tanıyamadım.. ne bir ipucu, ne de bir şüpheli.. hiçbir sebep yoktu..
sen konuşmak istemedin, bense hazmedemiyordum.. gözlerimin önünde eriyor, ellerimden kayıp gidiyordun ve ben hiçbir şey yapamıyordum..
bir sabah çıkmadan önce kitabının arasına bir not bıraktım;
'yanyana kalırsak, iyileşebiliriz..'
döndüğümde yoktun, sonra da hiç olmadın..

beni biliyorsun, kitapları kolaylıkla yarıda bırakırım, ama mutlaka bir gün mahcubiyetle elime alır yeniden başlarım. az önce kütüphanemden bir kitap çektim, üçtebiri okunmuş karanlık bir kitaptı. kendime bir kahve yaptım, bir albüm seçtim, koltuğuma oturdum ve ilk sayfasını açtım. el yazın öyle keskin, dolgun, çaresiz, korkmuş, dehşetli acı;
'yanyana kalırsak, yinelenebilir..'
sağ yanağımda o gün açılmış, hala iyileşmeyen bir yara var, sızlıyor zaman zaman. ama şimdi..

Hiç yorum yok: