14 Kasım 2006 Salı

şifa

uyandı…
kıpkızıl bir elbise giydi, kan kırmızı bir elbise…
öfke içinde giderek büyüyen bir alev gibiydi, mutsuzluk da dumanı…
saçlarını ensesinde topladı…
uzun, ince boynu iyiden iyiye çıplak kaldı…
aynadaki aksine takıldı gözü…
birden sol elinin uyuştuğunu hissetti, sonra kolunun, ardından yüzünün…
kısa sürede tüm bedeni uyuştu, olduğu yerde öylece, hissiz, devinimsiz kalakaldı…
yok olmamıştı, ama “var”da değildi…
önce telaşlandı, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını fark etti…
hayallerini anımsadı sonra, akşam için yaptığı planları, gelecek yıl ne yapmak istediğini, on yıl sonra olmak istediği kişiyi düşündü, henüz tanışmadığı insanları, görmediği yerleri, hiç tatmadığı duyguları… hiçbir anlamı yoktu artık bunların.
hatalarını telafi etme şansı da olmayacaktı bundan sonra…
içindeki öfke geldi aklına, üzüntüleri, mutsuzlukları…
bulunduğu an onu kertelerce uzağa taşımıştı, her şey geride kalmıştı ve oldukları yerden çok küçük görünüyorlardı…
şimdi de pişmanlık yakıyordu içini, kaderini fazla küçümsemişti…

birden irkildi…
gördüğü kabustan uyandı, zihni kötü bir oyun oynuyordu…
aynadaki aksi bıraktığı yerdeydi ancak kendi hareket edebiliyordu…
bir an düşündü…
boş kalan boynuna bembeyaz bir şal doladı…
hayatla aralarında ateşkes ilan edilmişti…



bir gün bir haber alırsın, karanlık, sarsıcı bir haber…
ama isyan etmek aklına bile gelmez,
çünkü anımsamak ve şükretmek de aynı zarftadır…

Hiç yorum yok: