28 Aralık 2008 Pazar
sekizinci gün.
ayaklarını sürüyerek mutfağa gitti, bulaşıklar yıkanmamıştı, şişeler, paketler.. yapması gerekenleri düşündü, yıkanması gereken bulaşıkları, okunması ve yazılması gerekenleri, ödenmemiş faturaları, söylenmemiş sözleri, unutulmaması gereken yalanları, güdülmesi gereken kinleri, izlenmemiş filmleri, taranmamış saçları, aranmamış dostları, yaşaması gereken yılları, cevaplaması gereken soruları.. onun yerine duşa girdi..
"bayan, eldivenlerinizi düşürdünüz!" dedi bir adam,
"hayır, benim değil." dedi.
"ama sizden düştü?!"
"benim değil."
yürüyor.. sağ adım, sol adım, sonra yine sağ.. ezberden.. soluk alışı da öyle.. bulaşıkları yıkamayı unutuyor, gülümsemeyi, konuşmayı hatta yemek yemeyi.. ama ciğerleri duraksız dolup boşalıyor.. ezberden..
bir takside şimdi, öncesi kayıp.
"sola dönün!" diyor, soğuk kanlı..
"sola dönüş yok abla." diyor adam,
"sola dönün."
bakmadan açıyor kilidi, yine ezberden.. ayaklarını sürüyerek mutfağa gidiyor, bulaşıklar yıkanmamış.. parmaklarını saçlarının arasında gezdiriyor, ıslak, kurutması gerek. onun yerine duşa giriyor..
sonra yine uykuya dalıyor..
ertesi günün farkı olmayacak. belki biraz 'zoom', biraz 'pan'..
o da ezberden...
25 Aralık 2008 Perşembe
ifade(siz)
23 Aralık 2008 Salı
Are You The Favorite Person of Anybody?
how sure you are?
-very certain
-confident
-not so sure
-could be
18 Aralık 2008 Perşembe
5 Aralık 2008 Cuma
4 Aralık 2008 Perşembe
3 Aralık 2008 Çarşamba
26 Kasım 2008 Çarşamba
ben metaforu değil, o beni sever..
ama biliyorum ki vuracak, ağrıtacak, yürüyemem zaten, takılırım, düşerim bile..
ben ki spor ayakkabıyla düz yolda düşen insan...
mağzalara girip deniyorum, cır cır konuşuyorlar; jeanin altına da giyebilirsiniz, çok rahattır, alışırsınız, çok güzel taşıdınız..
peki.
almadan çıkıyorum..
onlar vitrinde güzel, benim olunca acıtıyorlar..
ya da ben, "benim" yapmayı bilmiyorum...
kendin yaz kendin oyna
şimdi, bu aşk bitmediyse de, "ben" halin gideli çok olduğundan, hükümsüzdür..
senin varlığın hiçbir anlam ifade etmez..
25 Kasım 2008 Salı
24 Kasım 2008 Pazartesi
20 Kasım 2008 Perşembe
hayat bilgisi
bi dolu yanlış..
bi de bunların dört tanesinin bir doğru götürdüğünü düşünürsek..
düşünmeyelim..
17 Kasım 2008 Pazartesi
ikibuçuk
sol elimi kıpırdatamıyorum. zor haraket eden sağ ile sarsıyorum, tüm gücümle itiyorum, çekiyorum, vuruyorum.. his dahi yok..
izliyorum, hareketsiz sol elimi, onu bedenime bağlayan kolumu izliyorum uzun uzun..
yine de, sol elim kıpırdamıyor..
bazen..
14 Kasım 2008 Cuma
13 Kasım 2008 Perşembe
9 Kasım 2008 Pazar
son derece çakma bir diyalog
sen şimdi diyeceksin ki; "begüm saçmalama, küçücük kızsın, nasıl gelsin sesin ordan buralara.." "farz-ı misal" diyeceğim ben, "öfkemi anlatabilmek için öyle dedim..". "of, nooldu yine, ne okudun bakalım sen?" diye soracaksın bıkkınlıkla, "neden ki, bi masal okudum en son" derdemez ben, "hiç yaramamış sana, okuma bi daha!" diye kestirip atacaksın. çok değilse de bir müddet susacağız, -dakikalarca sürenlerin yanında bu nedir ki!- sonra, "evet, o zaman sen oku bana" diyeceğim, "o iyi gelecek..."
8 Kasım 2008 Cumartesi
4 Kasım 2008 Salı
10/22/07
uyandığımda karanlıktı hava hala.
rüya olsun çok isterdim..
üç mevsim ileri, tam iki adım gerideyim..
33,7
31 Ekim 2008 Cuma
m(a)nk(e)n
28 Ekim 2008 Salı
özür/kabahat...
DIGITURK'den Merhaba
Google'in Blog hizmetlerinin kapatilmis olmasindan biz de mutlu degiliz. Soz konusu olaya neden teskil eden; yayin haklarisirketimize ait olan Turkcell Super Lig ve Fortis Türkiye Kupasimaclarinin, izinsiz, illegal olarak yayinlanmasina onlem almakistememizdi.
Maç goruntulerimizin 'izinsiz' olarak yayinlanmasi Digiturk'un, bukonudaki butun haklarinin ihlali anlamina gelmektedir. Bu ihlalinengellenmesi için hukuki yollara basvurmak kaçinilmaz olmustur.
Erisimi engellenen site yoneticilerinin iletisim adreslerine de sozkonusu sitelerde yayin haklarimizin ihlal edildigini ve maclarin'izinsiz canli' olarak yayinlandigini bildirdik. Kendilerine 1haftadan fazla sure de verdik. Ancak, geri donus alamadigimiz icinhukuki yola basvurduk.
Sulh Ceza Mahkemeleri, bu tarz davalarda genel yetkili mahkemelerdirve buradan cikan mahkeme kararini uyguladik.
Ozetle, biz 'KORSAN YAYIN' yapan sitelerle ilgili, kanuni cozumyoluna gittik. Yoksa bloglarin kapatilmasi , iletisim ozgurlugununengellenmesi gibi bir soylem asla soz konusu olamaz. Bizim amacimizda tam olarak 'iletisim ozgurlugune ve etik yayinciliga' cozum bulmakiçin basvurulmus bir aksiyondu.
Saygilarimizla,
DIGITURK Musteri Hizmetleri
27 Ekim 2008 Pazartesi
fahrenheit 451
yakında birileri evimin kapısına dayanacak ve defterlerimi de alacak, kitaplarımı, dergilerimi yakacak.. dvd lerimi parçalayacak.. telefon konuşmalarımı kısıtlayacak! kimlerle neleri konuşacağımı, ne düşüneceğimi denetleyecek..
buraya mı varacak?!
YETER ARTIK!
20 Ekim 2008 Pazartesi
çay saati
özledim..
17 Ekim 2008 Cuma
16 Ekim 2008 Perşembe
o-
zamanın değişken merkezlerinde, hep paralel oldu-lar,
kaldı-lar..
15 Ekim 2008 Çarşamba
14 Ekim 2008 Salı
12 Ekim 2008 Pazar
10 Ekim 2008 Cuma
s.u.s
6 Ekim 2008 Pazartesi
aş-er
genelde ayın ilk günü yalan söylerim ama bugün canım "yalan" çekti çok.
kötü yalanlar ama, büyük büyük yalanlar, uzun sürecek, üzücü yalanlar...
keşke ayın altıncı günü olsaydı da yalanlar söyleseydik...
birbirimize...
buzz
hiçbiri birbaşına ayakta durabilecek kadar olgun ve güçlü değil zira...
24 Eylül 2008 Çarşamba
ben.. hep..
mühim değil..
20 Eylül 2008 Cumartesi
bkz. (sadece)
düşünüyorum, sanırım yılını kaçırmış olduğum gerçeğini farketmemek için bu oyunu oynayacağım, evet kendimi böyle kandıracağım. şu anda verdiğim karar bu...
dün, sabaha karşı
19 Eylül 2008 Cuma
öyle işte..
eteğimde ne varsa döktüm ortaya, rafları indirdim, çekmeceleri boşalttım, çantalarımı hırsla silkeledim, kitapların arasında dahi tek not kalmadı.
sonra...
tabii ki yoruldum, gücüm kalmadı ve gece oldu, uykum da geldi biraz... öylece kaldı 'şeyler' ortalıkta, adım atacak yer yoktu...
herşey yanlış anlaşıldı...
18 Eylül 2008 Perşembe
17 Eylül 2008 Çarşamba
repeat one
acizliğim ve sefaletim ne mide bulandırıcı...
15 Eylül 2008 Pazartesi
bütün-le(me)
geç kalmışlık...
verilen cevapların (dos)doğru olması faydasız, eksik bir kağıttır o, yarım...
gözgöze gelirsin, "ama.." dersin...
kıpkırmızı bir küfür sallarsın sonra, hedefi belli...
çaresizlik...
332
11 Eylül 2008 Perşembe
misk
yazlık kokusu.
tuzlu ten ve güneş yağı karışımı gibi, kolluk ve mayo kokusu gibi...
"ibrahim efendi çok yoruldunuz, gölgeye gelin de şöyle dinlenin biraz, kavun kestim size, serin..." diye seslenirdi anneannem bahçıvan ibrahim efendiye, "annemin ruhuna değsin, çok severdi." derdi hemen sonra.
***
taze kesilmiş çimen kokusuyla uyandım sabah ve hatırladım; bu yıl gitmedik yazlığa. sonra tesadüf, kavun yedim öğlen, serin...
anneannemin ruhuna değsin...
7 Eylül 2008 Pazar
4 Eylül 2008 Perşembe
3 Eylül 2008 Çarşamba
2 Eylül 2008 Salı
1 Eylül 2008 Pazartesi
eylül!
sen... kimsin?
"seni bir begümün sevebileceği kadar sevdim, üzgünüm"
yazmışım...
yazım zor okunuyor...
bilmiyorum...
28 Ağustos 2008 Perşembe
şimdi
elimde bıraktığın izi...
ağlamaya mecalim yok.
dur diyecek...
ve sen henüz bilmiyorsun bile gittiğini...
birazdan daha önce senin oturduğun bu iskemleden kalkıp, senin son kez dönüp baktığın şu kapıdan çıkacağım, senin hiç bilmediğin bir ruh haliyle...
beraber izlediğimiz korku filimleri gibi, ama eş zamanlı, gerçek...
seni özlemem sanırım, seninse beni özlemeyeceğine eminim.
kırılacak değilim, kırılmadık düşüm kalmadı zira...
ağlamaya mecalim yok...
gücüm...
bitti...
25 Ağustos 2008 Pazartesi
21 Ağustos 2008 Perşembe
20 Ağustos 2008 Çarşamba
14 Ağustos 2008 Perşembe
13 Ağustos 2008 Çarşamba
12 Ağustos 2008 Salı
sth
kalmalarım değil de, durmalarım...
garip...
yılgın,
tembel...
sanki...
en çok garip ama...
beklerken..
hava, güzel...
hava dışarıda güzel...
dışarıda olmak çok güzel...
dışarıda hava olmak...
güzel...
çok...
7 Ağustos 2008 Perşembe
garip bişey;
doorstan sonra incesaz,
incesazdan sonra hot chip,
hot chipten sonra miles davis,
miles davisten sonra tiesto,
tiestodan sonra marcus miller...
ve ben sığınak hesabı yapıyorum...
ve hayatım nası bi shuffle hiç bahsetmiicem :)
6 Ağustos 2008 Çarşamba
5 Ağustos 2008 Salı
sene-i
madem ki kanıyor dizim,
ağlayabilirim pekala.
derhal ağlamaya koyuldum ben de, içim tümüyle akana kadar ağladım, dizimdeki yara kabuk bağlayana kadar..
çok sonra kalktım, hiç destek almadan..
ve yürüdüm hemen, hiç aksamadan..
"bu daha ne ki?!" dedi içimdeki güngörmüş kadın sonra,
"bu ne ki?!"
yatay
karışıktı, herşey birbirine girmişti, düzenledim...
"sen" dedim "buraya, sen şuraya..."
eşe-dosta verdiklerim vardı, aradım, geri istedim.
bende kalanlar vardı, tek tek dağıttım.
artık kullanmadıklarım vardı, attım!
kapının önüne koydum* ve camdan bakmadım bile alan olmuş mu diye...
başardım...
çok iyi oldum...
24 Temmuz 2008 Perşembe
tAmmuz
mütemadiyen ertele(ttiril)diğim tatile yarın çıkıyorum...
sanırım...
umarım...
hala korkuyorum...
neyse, dün gece bavulumu hazırlamaya başladım, yani not falan almaktan bahsediyorum. tatilimin tanımını yapabilmek için liste başındakileri aktarıyorum;
_ipod
_kitap(lar)
_dvd(ler)
_sudoku ve kare karalamaca kitapçık(lar)ı
_uykusuz(lar) (haftalardır onları bile tam okuyamadım, birikti)
_bikiniler
_şapka
_terlik
kafi.
ben, sen, men
özlemekse gerçek bir sarhoşluk...
söyleyebilmek ve duymak...
tarifsiz...
22 Temmuz 2008 Salı
karışık benim kafam. çok!
"-mış gibi" yapmaktan...
en çok da "iyiymiş gibi" davranmaktan...
çok şey istememiştim,
belki de bu yüzden...
ben...
sana seni özle...
15 Temmuz 2008 Salı
11 Temmuz 2008 Cuma
lades
öylece dururlar...
önce ekşir,
küflenir,
sonra da çöpe giderler...
böyledir bu...
--------------------------------------------------------------------
bi kilo "mut" kaç para amca?!
10 Temmuz 2008 Perşembe
1 Temmuz 2008 Salı
30 Haziran 2008 Pazartesi
26 Haziran 2008 Perşembe
highlight it!
ama çok...
güçlü, beyaz bir ışık tutuyorlar gözüme,el fenerleriyle...
bi tanesi yüzüme baskı yapıp zorla açıyor gözlerimi, sanırım daha küçük olanı da ağzımı kapatıyor...
yüzleri yok.
nefes nefese kalıyorum...
yaşlar geliyor gözlerimden...
acizliğim beni çıldırtmak üzere...
görmüyorum,
bağıramıyorum,
gidemiyorum...
bilmiyorum...
24 Haziran 2008 Salı
sanrı
kimseyi tanımadığımız ve -varsa şayet- tanıyanı önemsemediğimiz...
"dün"süzdük, bi yarın olmayacağını da iyi biliyorduk...
seninle, o sokakta, ayağımızda bez pabuçlarla yürüdük.
konuştuk ve çokça güldük.
bir ara parmaklarımı öptüğünü hatırlıyorum...
yorulduk sonra,
bi restoranda, dünyanın en güzel spagettisini yedik.
sen şarap içtin, ben seni izledim.
ve ben,
"aslında" dedim kulağına,
"bunu böyle söylemek komik ama, aslında sana aşık olabilirim..."
sonra parmaklarımı öptüğünü hatırlıyorum...
18 Haziran 2008 Çarşamba
-ler
susuz da idare edebilirim sanırım bi müddet...
ama kafam karışmadan iki dakika yaşayamıyorum...
ne sinir!
17 Haziran 2008 Salı
16 Haziran 2008 Pazartesi
13 Haziran 2008 Cuma
14D
yerli yersiz...
hani şu dudağımın kenarına konan, serseri olanlardan...
durup dururken...
bazen öylece dururken...
gerçi;
ne de olsa bir masal göçmeniyim ben, gözlerim yeni yeni alışıyor renklerinize, kamaşmış olabilirler...
24 Mayıs 2008 Cumartesi
20 Mayıs 2008 Salı
sokak
altıbuçuğu geçti, bunu bilmek için saate ihtiyacın yok. gecikti, hep gecikir. garson gelip bir şeyler söylüyor, başınla reddediyorsun, cevap verecek gücün yok. taburenin ucuna ilişmişsin, sağ bacağın geriye doğru kıvrık, parmak uçlarından kuvvet alıyor, ürkmüş bir kedi gibi, her an kaçmaya hazır... korkuyorsun, kalp atışlarını iki masa öteden duyabiliyorum.
yediye geliyor ve bunu bilmek için saate ihtiyacın yok. onu düşündüğün mevsimleri saymaya koyuluyorsun; sonbahar, kış, ilkbahar,... yedi mevsim... tanıştığınız günü anımsamaya çalışıyorsun, neredeyse imkansız ama olsun, bu seni bir müddet oyalıyor.
derken, gülümseyerek geliyor. koştu belki, nefes nefese... minik topuzundan kurtulan saçları uçuşuyor, pırıl pırıl... gözün yanağındaki lekeye takılıyor yine. kusurlar... insanın gözü hep kusurlara takılır ve onca "güzel" dururken onları tutar zihninde...
işten konuşuyorsunuz, ortak arkadaşlarınızdan, "çok bekletmedim umarım?!"... önemsiz bir dolu şey...
sessizsin, ellerin kenetli, heyecanlandın, kalp atışlarını iki masa öteden duyabiliyorum.
bir ara kaybettiği küpelerden dem vuruyor, hani beraber aldığınız... önemsememiş gibi davranıyorsun ama üzüldün, bir çift küpeye sahip çıkmak ne kadar zor olabilir ki?! "onları hiç sevmemiştin zaten." diyorsun. bunu karşı çıkması için söyledin ama susuyor, pişman oldun.
sekizi geçti ve bunu bilmek için saate ihtiyacın yok. "gitmem gerek." diyor. hiçbir şey söylemedi, sormadın sen de... gidiyor...
"görüşürüz!" dediniz birbirinize, görüşmeyeceğinizi bile bile...
darmadağınsın şimdi, kırık kırık... iki masa öteden duyabiliyorum...
15 Mayıs 2008 Perşembe
huzura çıktım
-...
-öhöm öhöm...
efendim bi maruzatım olcaktı; mayısın yarısı geçti...
-...
-öyle işte, bi hatırlatıyım dedim...
-...
-öff!
14 Mayıs 2008 Çarşamba
13 Mayıs 2008 Salı
12 Mayıs 2008 Pazartesi
hayat bilgisi
9 Mayıs 2008 Cuma
7 Mayıs 2008 Çarşamba
5 Mayıs 2008 Pazartesi
seksek
...
bu mayıstan hiçbişey beklemiyorum... teskerelerden, -yok- hayallerden, tekinsiz planlardan, "acaba"lardan, stanley clarke den ve senden usandım artık...
...
o filmi izleyemedim bi türlü, bi lanet var... vol.1 i de bulamıyorum zaten...
...
sudoku... freak power... brainiac...
...
kavunu yedik, mis gibi.. ama rakısını içemedik daha...
...
yalnızca bir sabah ölü uyanabilsem...
...
sus!
1 Mayıs 2008 Perşembe
28 Nisan 2008 Pazartesi
25 Nisan 2008 Cuma
23 Nisan 2008 Çarşamba
17 Nisan 2008 Perşembe
15 Nisan 2008 Salı
11 Nisan 2008 Cuma
10 Nisan 2008 Perşembe
siyah
" 'altı' ve 'yedi'yi tanıyorum, 'sekizi' de belki hayal-meyal... ama 'dört'ü ben de çözemedim henüz" dedim..
'inanmış'ı oynadı ve gitti...
daha birkaç gün uğramaz...
beyaz
bir başkası için değişmeye de zira...
belki bir "başka"ya niyetim yok asıl...
bilmem...
ama "niyet" harika bir kelime;
nar gibi, içinde bi dolu lakırdıyla...
biraz daha sarı
parmaklarım şah damarımı farkedince durdum,
kalbimin atışını dinledim bir müddet,
peki, belki biraz daha fazla...
anladım ki, unutmuşum onu orada...
özür dilemek istedim,
yüz bulamadım...
faydası da olmazdı zaten...
8 Nisan 2008 Salı
3 Nisan 2008 Perşembe
quedate luna
hafif bi hırka omuzlarımdaki...
bir suya dönük yüzüm,
bitmez-soğumaz bir kahve elimdeki, azıcık acıbadem likörüyle...
huzurluymuşum gibi uzatmışım ayaklarımı,
ve üşürmüş gibi kapatmışım omuzlarımı,
kara kara hiçbir şey düşünüyorum...
bir özlemek hissi içimdeki,
ama bu anı küstürmemek için ses çıkarmıyorum...
hiçbir şeyin arasına hiç kimseyi saklayıp, bir yudum daha alıyorum olmayan kahvemden ve benim olmamış hülyalara dalıyorum bu olmayan verandada...
beklerim...
31 Mart 2008 Pazartesi
gümüş
bu yüzden, susmam en iyisi sanırım...
ve dinle sen beni...
ama şimdi yorgunum,
bir yastık ver,
önce uyumam gerek...
25 Mart 2008 Salı
...
çıkıp sahilde yürüdüm biraz...
çok sonra acıktım...
hepimiz acıktık...
birileri bişeyler dedi bu sırada, kimileri sustu...
biz durdu sandık ama devam etti yaşam,
biyerlerde bi doğum oldu ve başka biyerde birileri daha öldü muhakkak...
bunu bilmek yetmedi ama kurcalamadım fazla...
yorgundum,
döner dönmez uyumuşum...
...
korktuğum kadar varmış;
uyandım ve yetmedi kelimeler(im),
ama,
huzurun avutuyor şu an için...
18 Mart 2008 Salı
korkuyorum anne
13 Mart 2008 Perşembe
200º
6 Mart 2008 Perşembe
ya susarsam?!
3 Mart 2008 Pazartesi
1 Mart 2008 Cumartesi
29 Şubat 2008 Cuma
28 Şubat 2008 Perşembe
kel fatma
çekinmeden "çok aptal hayvanlar" diyiveriyim hatta...
öyle uçmalarını falan da kıskanmıyorum,
ben kuş olsaydım da k.çımı kaldırıp uçmazdım zaten, öyle kabarıp otururdum.
ama martılar başka...
onları seviyorum,
çirkin sesleri tembel bi bahar sabahı...
böyle "hmm hm" yaparak döndüğüm, yüzümü güneşten kaçırıp yastığa daha da gömerek uyumaya devam ettiğim...
iyi martılar...
ben de iyi...
yetmişüç,
yetmişiki,
yetmiş,
altmışdokuz,
altmışsekiz...
...
24 Şubat 2008 Pazar
yüz,
kimbilir kaçar kez okudum şu dergileri, ki en yenisi altı ay öncesine tarihli...
ezberledim tüm resimleri...
duvardaki posterlerin her köşesini...
yamuk yapıştırılmış uyarı notlarını...
bi dolu insan gelip gitti, kimisi müdavim benim gibi...
ilk geldiğim günü anımsıyorum;
oldukça sıcak bir yaz günüydü, klima yoktu (takıldı sonradan neyse ki, ona da ben önayak oldum) cehennem gibiydi oda, "zararı yok, çok kalmayacağım zaten" dedim içimden...
hah!
gülünç...
derin bir nefes aldım, tutuyorum...
ve sayıyorum içimden;
doksandokuz,
doksansekiz,
doksanyedi,
doksanaltı...
...
19 Şubat 2008 Salı
. ,
ve sen üç kanat ötemde bir taburede oturuyorsun şimdi, karnın aç...
öldür beni sevgilim, bir nefeste öldür...
ki bir anlamı olsun her gece gördüğüm bu ruyanın.
ağır işiten bir körüm ben...
11 Şubat 2008 Pazartesi
fame
"bi imzanızı alabilir miyim?" diye sordu.
yüzümün yarısını kaplayan gözlüklerimi indirip, parıldayan gözlerine isteksizce baktım. sonra elindeki kalemi sabırsızlıkla salladı,
"yo hayır, o dokunuyor" dedim ve kendi kalemimi çıkarıp çantamdan, defterin a5 sayfası boyunca kıvrak bir imza attım.
"bi de öpebilir miyim?" dedi,
"biraz kırgınlığım var, öpmeseniz daha iyi" dedim ve kaçtım.
sonra bir kesekağıdı dolusu şeker aldım ve tek başıma yedim.
afferim.
4 Şubat 2008 Pazartesi
"sayıklama"
bana koymaz... benim görüşüm hep biraz pusludur zaten...
işte bu yüzden, kuru kayısı yerim ben. kuru kayısı -adı üzerinde- kuru kuru gitmez, yanında şarap içerim, kavunun yanında da rakı... sonra narı çok severim, kaşık kaşık yerim... hele kiraz, enfes! ebbedi yerim.. yok ebbedi yemem, dokunur, ne de olsa herşeyin fazlası zarar...
işte bu yüzden, ben hep söz dinlerim. dinlemeyip de ne yapayım, yoksa iyice zorlaşır yaşamak. insanlar "yaşamak" işini fazla büyütürler, ben büyütmem. yalan söyledim, bazen ben de büyütürüm. evet, ben yalan söylerim, ne de olsa herkes söyler...
işte bu yüzden, jaco dinlerim ben, genç yaşta pisi pisine ölmüştür jaco, bunu hatırlar hüzünlenirim, sonra bi trouble dinler, silkelenirim. sonra bi ambjörnsen okurum, bi gondry izlerim. işte böyle de sıkıcıyım... ama çekinmem, ne de olsa beni bilen bilir...
işte tam da bu yüzden, sağıma döner uyurum ben, çünkü solda kalp vardır, sıkışır... bazen sola dönmesem de sıkışır kalbim, bunu herkes bilir, ne de olsa herkes -en az-bir kere aşık olmuştur...
31 Ocak 2008 Perşembe
gülerim...
işin aslı, kimisini öğrenmem bile...
bi de utanmam, yakıştırırım bazen; mis gibi "elif"ken, bir "ipek"tir o artık, geçmiş olsun!
bugünlerde yalnız isimleri değil, olayları da unutuyorum...
o bana o gün bişeyler demiş de ben de bişeyler demişim cevaben, sonra da o bana kızmışmış...
hatırlamıyorum!
vallahi hatırlamıyorum!
bi yandan da yatıyor aklıma, yaparım çünkü öyle şeyler...
ama hatırlamıyorum...
nooluyor bana yahu?!
uzağı iyi seçemiyorum artık,
siyatiğim de azdı...
29 Ocak 2008 Salı
huysuz şirin
öyle...
dört bi gün “altı”yla tanıştı. altı, olgundu, yere sağlam basardı, ne “beş”i geçtim diye gerinir, ne de “on” olamadım diye yerinirdi. uzun zaman mutlu oldular, olmamaları için bi sebep yoktu ki, üstelik ortak bi bölenleri bile vardı. ama bi gün ayrıldı yolları, o gün altı son kez bölündü ikiye, üçünü alıp gitti, dördün o ikiyi hala, sarı bi zarfta sakladığı rivayet edilir.
dört, dokuzun omzunda gecelerce ağladı, göz yaşları köşelerini eritmeye başlamıştı ki “yedi” çıktı karşısına. yedi, kendine güvenli, kararlı ve müdanasızdı, ne de olsa asaldı! aşık oldular birbirlerine, gerçekten… ama cesaret edemediler hiçbir zaman, hep kendilerine batırmaya alıştıkları köşeleri, kavuşmalarına engeldi…
vakurdu dört, sabırla bekledi kaderini, ama geçen zaman dilinden düşürmediği keskinliğini alıp götürdü,meşhur köşeleri yok oldu, o, pürüzsüz bir “sıfır”dı artık…
dördü gitti, kaldı sıfır…
28 Ocak 2008 Pazartesi
duruyorum
sım-sıkı ama...
öyle ki;
gücümün tümü yetmedi avcunun içinden sıyrılmaya...
ama o, tam da teslim olduğum anda bıraktı elimi...
şapşal!!
en çok benim kadar...
24 Ocak 2008 Perşembe
23 Ocak 2008 Çarşamba
re
resim derslerinde sulu boya resim yapardık. eni-konu sular doldurulur, önlükler giyilirdi falan...
bir kır...
o kırın yeşili, oturmuş piknik yapan kızın eteğinin kırmızısı, göğün mavisi, -olmazsa olmaz- dağın kahvesi derken o su bulanır, balçık gibi olur...
resim de bulanıklaşır, renkler birbiriyle denkleşir, kırdaki piknik bir korku filmi sahnesine dönüşmeye başlar... insanın hevesi kaçar, yenisine başlamak için çok geçtir, zil çalmak üzeredir... falan filan...
o yüzden, üşenmeyip -sık sık- değiştirmek gerek o suyu, herşey hayal edildiği gibi resmedilebilsin diye...
...
ortak çıkanlar vardır bir de...
mis gibiyken herşey ve sen açıktan-koyuya stratejik bir sıralama yapmışken aklında ve neşeli neşeli top oynayan çocuğun sarı kazağını boyarken, birileri gelip yeşilini, mavisini, kızılını katıverir tertemiz suya...
daha güneşin turuncusuna gelmemişken üstelik...
varsın "kibirli" desinler...
izin vermemek gerek öyle herkese...
...
monochrome bi dünyaya inanmak ahmaklık olur, zira...
16 Ocak 2008 Çarşamba
herhangi
"bu akşam burada olmak harika" dedi biri, "dün gece çok kötü bi rüya gördüm".
"annemi özledim" dedi uzun saçlı kız.
sessizlik oldu, bi süre daldı hepsinin gözleri...
sonra,
"çok gayesiz hissediyorum kendimi" dedi siyah hırkalı olan.
"ve yalnız" diye ekledi, gözlüklü.
"geri dönelim" dedi ardından, gözlüklerini iterek.
hepsi salladı başlarını...
"geçti artık" dedi uzun boylu, esmer adam.
"ben dönmem!" dedi kırmızı ojeli, siyah hırkasını çıkarırken.
"su kaynadı" dedi uzun saçlı kız, "kahve yapıyorum".
birbirlerine baktılar, kapı açıldı...
"çok yoruldum, hava da soğuk" dedi yeni gelen.
"kahve içer misin?" diye sordu ayaktaki, uzun saçlı kız.
...
"bana söylediklerinin tümüne inandım" dedi kırmızı ojeli.
"ben seni uyarmıştım" dedi gözlüklü, gitarı elinden bırakırken.
"votka var mı?" diye sordu uzun boylu olan, "orada hiç içki içemiyor insan..."
"ben alırım, yiyecek bişeyler de alırım" dedi yeni gelen ve tekrar çıktı...
birden ağlamaya başladı diğer kız, saçlarını tepesinde toplamıştı.
"sormayın, nedenini ben de bilmiyorum" dedi.
...
"kendimi sevmek istiyorum" dedi votkayı alan, "ama olmuyor".
"hiçbir gayem yok" dedi kırmızı ojeli tekrar...
birer yudum aldılar,
bir-iki şey daha söylediler,
ağlayan, uzun saçlı kız uyuyakaldı...
...
"bu saatte taksi bulamazsın" dedi gözlüklü olan.
"hava soğukmuş gerçekten de" dedi kırmızı ojeli kız, "beni bırakmana gerek yoktu".
"üzülüyorum" dedi diğeri, " bişeyler yapalım, mutlu ol artık".
"senden harika bi baba olacak" dedi kız, gülümsedi, "iyiyim ben..."
sonra taksiye bindi ve ağladı tüm yol boyunca...
13 Ocak 2008 Pazar
11 Ocak 2008 Cuma
15i
“efendim?”
***
sarı t-shirtünü giydi, üzerine de çizgili kazağını. acele etmedi, ayakkabısının uzun bağcıklarını özenle bağladı, kapının hemen yanındaki aynaya takıldı gözü, aksine baktı, yorgun görünüyordu ama önemsemedi, kendine düşünme fırsatı tanımadan kapıyı çekti ve kilitledi. yağmur durmuştu ama soğuktu hava, üşüdü. yokuştan aşağı inerken, “aramalıydım” diye düşündü, vazgeçti. çok beklemeden bir taksi durdu önünde, gideceği yeri söyledi, sabırsızlanmaya başlamıştı. “rahatsız ediyorsa kapatabilirim” dedi şoför, teybi göstererek, “hayır” dedi, “problem değil.”. gözü adamın kasılan eline takıldı, istemsizce sallıyordu elini, söylenir, hayıflanır gibi… boşlukta kasılıp duran eli izlerken daldı gözleri, sonra birden telaşlandı, “ikinci ışıklardan sola” dedi heyecanla ve son kez “aramalıydım” diye düşündü. apartmanın önüne gelince montunun cebinden telefonunu çıkardı ve bu sefer aradı onu;
“efendim?”
***
“efendim?”
“kapıdayım, aşağıda... açar mısın?”
“a! peki!”
açılan kapıyı şüpheyle itti, merdivenleri tırmanırken hiçbir şey düşünemedi, sakindi. kapısı aralıktı ama o yoktu, sonra telaşlı, minik adımlarını duydu, ardından da yüzünü gördü. “hoş geldin, ben de seni bekliyordum” dedi. cevap veremedi, ağır, tedirgin içeri girdi. “gelsene, odam biraz dağınık, kusura bakma, sen gecikince…” onun küçük, seri hareketlerini sevgiyle izledi.
“beni mi bekliyordun gerçekten? çok mu bekledin?”
“biraz... ama önemi yok. montunu çıkarsana.”
şaşkındı, koltuğun kenarına ilişti, avuçlarını birbirine sürtmeye başladı.
“melisa çayı içiyordum, sana da yapıyorum?”
“olur. çok mu bekledin gerçekten?”
“üç mevsim kadar… ama dedim ya; önemi yok…”